OHAL sonrası ekonomi alanındaki düzenlemeler sürüyor. Bundan iki hafta önceki yazının konusunu zorunlu bireysel emeklilik düzenlemesine, bir sonrasını da Varlık Fonu’nun kurulmasına ayırmıştık. Zorunlu tutulacak bireysel emeklilik yatırım ve tasarruf aracı adı altında gündeme getiriliyor, fakat filli olarak çalışanların en az 100’er liralarına el koyarak finansal fonlara kaynak aktarıyor ve kamusal emekliliğin tamamlayıcısı niteliğinde sorumluluğu çalışanların omuzlarına yıkıyordu. Diğeri, Varlık Fonu, ise AKP’nin doğa ve insan düşmanı ‘mega projelerine’ garantörlük adına işsizlik ve emeklilik fonlarına göz koyuyordu.

Şimdi ise karşımızda tüketimi ve bağlantılı olarak borçlandırmayı özendirecek, daha yüksek bir borçlanmayı mümkün kılacak düzenlemeler yer alıyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) bünyesinde AKP tarafından yürütülen çalışmada kredi kartı ve bireysel tüketici kredilerine getirilen sınırlamaların kaldırılması, vadelerin uzatılması gündemde. İki yıl önce BDDK, cari açığın da yüksekliğini gerekçe göstererek kredi kartlarına taksit sınırlandırması getirmişti. Gerçekte ise Şubat ayında yapılan bu sınırlama, batık kredi kartlarındaki artışın önüne geçilememesinden ve borç yükü altında gerileyen tüketim gücünden kaynaklandı. Sonuç itibariyle piyasa biraz rahatlatılmış, bankaların tahsillerini rahatlıkla gerçekleştirmeleri mümkün kılınmış, yani AKP’nin çok sevdiği lafıyla görece ‘normalleşme’ sağlanmış olmuştu.

Şimdi ise yeniden bu alanda izlenen bir gevşeme politikası, özellikle OHAL ile birlikte yapılan düzenlemelerin bütünlüğüne ilişkin ipuçlarını bizlere sunmaktadır.

Ülkemizde bireysel kredi kullanımı
Ülkemizde bireysel kredilerin dağılımına bakıldığında dosya sayısında düşük gelirlilerin çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Yani adına yakışır biçimde krediler hakikaten ‘ihtiyaçtan’ kullanılıyor. En fazla gıda, giyim, beyaz eşya, mobilya, eğitim ve tatil nedeniyle borçlanılıyor. Beş bin, on bin gibi rakamlar çoğunlukta olsa da dosya sayısının yüksekliği nedeniyle ihtiyaç kredilerinin toplam bakiyesi konut ve taşıt kredilerinin toplamını geçiyor.
Bireysel krediler 2013 yılından 2016’ya oldukça sert bir inişe geçti. Bu inişte konut ve taşıt kredileri büyük rol oynuyor. Ocak-Mart 2016 döneminde ise 2 milyon 206 bin kişi yaklaşık 26 milyar TL tutarında ihtiyaç kredisi, 98 bin kişi 11,2 milyar TL tutarında konut kredisi ve 25 bin 648 kişi 1 milyar TL tutarında taşıt kredisi kullandı. Bir önceki yılın Ocak-Mart dönemine göre konut kredileri yüzde 10 oranında, taşıt kredileri yüzde 51 oranında ihtiyaç kredileri ise yüzde 7 oranında azaldı. En fazla tercih edilen vade dilimi ise 25-36 ay oldu.

Dediğimiz gibi borçlanma ihtiyaçtan yapılıyor. Peki bu ihtiyaç neden ve nasıl oluşuyor?

Bireyler yaşamlarını sürdürebilmek için gıda, giyim, mobilya vb mallara ve sağlık, ulaşım, eğitim, tatil vb hizmetlere ihtiyaç duyarlar. Tüm bu ihtiyaçlarını emeklerinin karşılığı olan ücretleriyle karşılarlar. Dolayısıyla dar anlamda konuşursak, ücret yetmediği zaman borçlanma devreye girer. Ülkemizde ise durum şöyle işlemektedir; öncelikle ülkenin ekonomik büyümesinin ana motoru tüketim harcamalarıdır, dolayısıyla enflasyonist bir etki yaratır-yüksek enflasyonun nedenlerinden birisi burada yatmaktadır. Ücret artışları ise fiyat artışları karşısında düşük kalmakta, reel ücretleri olduğu yerde bırakmaktadır. Diğer bir yandan ise gün geçtikçe daha fazla kamusal hizmet, kamusal özelliğini yitirmekte, paralı ve pahalı hale gelmektedir. Yani kısaca şimdi her şey satılık hale gelmektedir ve pahalılaşmaktadır. Bireylerin ücretleri enflasyon karşısında erimeye terk edilmişken, tüketimdeki ve fiyatlardaki artışı birlikte açıklayan kalem ise borçlanmadır. Borçlanma, iktidara ücretlerde nitelikli bir artışa gereksinim duymadan tüketimi istediği seviyede tutma ve büyümeyi kontrol altına alma olanağı yaratmaktadır.
Buradan yola çıkarak kısa vadede geleceğe bakarsak AKP’nin tüketimi kamçılama hamleleri tehlikeli bir oyunu gözler önüne sermektedir. Yatırım ve üretimdeki daralmayla birlikte 2016 büyümesine ilişkin öngörüler giderek daha olumsuz senaryolara ışık tuttuğu içinde bulunduğumuz süreçte, enflasyonda kontrol altına alınamayan yükseliş iktidarın başını ağrıtmaya başlamıştır. Bu yükselişin, öngörülen zamları da hesaba katarak, tüketim ve büyüme üzerindeki olumsuz etkilerini borçlanma temposunu artırarak çözmek istediği ortadadır.

Ekonomi her çıkmaza girdiğinde borçlandırmanın AKP’nin en etkili silahı olduğunu biliyoruz, bu yeni bir şey değil. Lakin bir yandan güvencesiz çalışma yaşamına mahkûm ederek düşük ücretle çalışmaya razı hale getirdiği milyonlarca çalışanı daha derin bir borç batağına çekme gayreti, diğer bir yandan da zorunlu hale getirdiği finansal araçlarla ‘tasarruf’ ihtiyacından bahsetmesi ironi sınırlarını zorluyor.