Menderes’ten Demirel’e, Demirel’den Özal’a, Özal’dan Erdoğan’a, Türk sağının lügatindeki sihirli sözcük “hizmet”tir. Türk sağı için siyaset hizmet demektir, cümle içinde kullanacak olursak, “Halka hizmet hakka hizmettir”, “Millete efendilik değil hizmet esastır”, “Milliyetçilik ancak hizmetle olur” vesaire. Burada hizmetle kastedilen ise ne bir sanayileşme politikası, ne de bir planlı kalkınma modelidir, yol, bina, köprü, tüneldir, betondur, inşaattır.

Menderes çarpık kentleşmenin, imar aracılığıyla rantın, demiryolları yerine karayolu ulaşımına yatırımın, bu yolla köyleri ulusal pazara bağlamanın ve köylünün para ekonomisi ile tanışmasının mucididir, asılmasının yarattığı efsane ile birlikte kimi köy kahvehanelerinde hâlâ duvarda fotoğrafının asılı olmasının nedeni de budur. Demirel mühendistir, Amerikan ekolündendir, barajlar kralıdır, temelini attığı fabrikalarla övünür, “Vatandaşa plan değil pilav lazım” vecizesinin sahibidir. Şortla asker denetlemenin sivillik olduğuna bizi inandırmak isteyen ama bir 12 Eylül siyasetçisi olan Özal ise 1980’ler boyunca elindeki dolmakalemle televizyon ekranlarından, baraj, yol, tünel görüntüleri eşliğinde “İcraatın İçinden”i anlatmıştır. Bugün mü? Bugünü hepimiz biliyoruz: “İnşaat ya resulllah” düzeninin, hafriyat İslamcılığının ülkeyi devasa bir şantiyeye dönüştürmesi, ülkenin üzerine hizmet ve icraat adı altında beton dökülmesidir bugün.

•••

14 Ağustos 1999’da, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıyken, yanına eşini de alıp işadamı Kamuran Çörtük’ün Blues and White’s adlı yatıyla kayınbiraderi Ali Şener’in Büyükada’daki evine gitti ve orada Türkiye siyasal hayatına “Demirel’in aile fotoğrafı” olarak geçecek olan bir fotoğraf çektirdi. Peki Büyükada’daki evde kadraja hangi isimler girmişti? Demirel çiftiyle birlikte Kamuran Çörtük, Ali Şener, Cavit Çağlar ve eşleri objektife gülümsüyorlardı, Ali Şener’in çocukları da oradaydı.
Kamuran Çörtük Bayındır Holding’in ve Bayındırbank’ın sahibiydi. Gazetelerde yer alan haberlere göre Çörtük ilk önemli işini 80’li yıllarda İzmir-Çeşme otobanı ihalesini alarak yapmıştı. Hemen sonrasında Romanya ve Pakistan’da aldığı yol ihaleleriyle adını duyurdu. Türkiye kamuoyunun gündemine ilk gelişi ise ünlü Bolu Dağı Tüneli ile oldu. İhaleyi alan İtalyan şirket tüneli bir türlü bitiremiyordu ve şirketin temsilcisine göre Çörtük’le ortak olmalarının nedeni Ankara’daki işlerini daha kolay halletmekti. Çörtük 90’larda finans sektörüne girdi ve Çaybank’ı satın alarak Bayındırbank’a dönüştürdü. Dönemin modasına uygun bir şekilde banka üzerinden kendi paravan şirketlerine para aktararak bankanın içini boşalttı, yani dolandırıcılık yaptı.

Yine gazetelerdeki haberlere göre, kayınbirader Ali Şener eski parayla 10 trilyon lira değerindeki Hazine’ye ait Fatih Ormanı arazisini Emlak kralı Nevzat Ak’a satın aldırmıştı ve hileli işlemlerle kendi üzerine geçirmeye çalışmıştı. Cavit Çağlar’ın “icraatlarını” anlatsak yazı dizisi gerekir ama sadece 1991 yılında satın aldığı ve 1999 yılında BDDK’nin el koyduğu İnterbank’ı eski parayla 1.3 milyar katrilyon zarara uğrattığını, yani iç ettiğini, bunun yükünü de kamuya bıraktığını söylemek yeterli olacaktır. Güzel, Büyükada’daki aile fotoğrafında olmayan Hacı Ali Demirel’i, Yahya Demirel’i, Murat Demirel’i fotoğrafa biz dâhil edelim, Süleyman Demirel’in o meşhur sözüyle “tüyü bitmemiş yetimin hakkı”nın nasıl afiyetle yendiği sanıyorum ki daha iyi anlaşılacaktır.

•••

Özal ünlü 24 Ocak kararlarının mimarıydı, ekonomiyi liberalleştirdi, kısa yoldan zengin olmayı, köşe dönmeciliği, lüks tutkusunu, tüketerek var olmayı moda haline getirdi. Zenginleri ve işini bilen memurları severdi, hayali ihracatçılar kendisine aşıktı, anayasayı bir kere delmekle bir şey olmazdı. Baba Bush’un “kankası” olmasından hareketle Körfez Savaşı’nda bir koyup üç alacaktı, olmadı. Oğlu Ahmet Özal, Cem Uzan’la birlikte Türkiye’nin ilk özel televizyonu İnterstar’ı açtı ve Özal iktidardayken bu televizyon kanuna aykırı bir şekilde yayın yaptı. Eşi Semra Özal, Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı diye bir vakıf kurdu, bu vakfa “papatyalar” diye anılan iş dünyasının ve bürokrasinin tepesindeki isimlerin eşleri üye oluyordu ve vakıf iş bağlamak, ihale almak, kısa yoldan köşeyi dönmek için muazzam olanaklar sağlıyordu.

Özal dönemi muazzam bir kuralsızlaştırma dönemiydi, bürokrasi alt üst edildi, kamunun para akışları üzerindeki kontrolü ve denetimi minimuma indirilmek istendi, bu ise topluma demokratikleşme diye sunuldu. “Devletin küçültülmesi” ve “verimlilik” adı altında özelleştirme politikaları yüceltildi, kamusal olan her şeye yönelik nefret, bireyciliğin (bireyin değil) egoizmin ve hedonizmin yüceltilmesiyle el ele gitti. Hasan Cemal’ler, Ertuğrul Özkök’ler, Cengiz Çandar’lar, liberal ahmaklık, tüm bu olan biteni meşrulaştırmak için kırk takla attı, liberalizmle muhafazakârlığın korkunç bileşimi tüm ülkeyi esir aldı. Özal öldüğünde geride bir çürüme, bir çöküş toplumu bıraktı, zaten buraya da oralardan gelindi.

•••

“Buraya” derken neyi kastettiğimi biliyorsunuz elbette. İşte Türk sağının aile fotoğrafına girmeyi başarmış bir İran’lı, kimlere çuval çuval para dağıttığını, devasa rüşvet çarkını, milyar dolarların nasıl ortalığa saçıldığını bir bir anlatıyor. Anlattıkça görüyoruz ki, merkez sağda ve devlette devamlılık esastır, görüyoruz ki gelenek sürüyor. Türk sağının “hizmet aşkı”nın sağın tabanında “çalıyorlar ama çalışıyorlar kardeşim”le karşılık bulmasının bedelini bütün bir ülke ödüyor. Ülkeden kötü kokular geliyor, çürüyen bir şeylerin var olduğunun üzeri artık örtülemiyor, çürüme ve çürütme siyaseti ise bütün hızıyla yoluna devam ediyor.