90 Trakyalı ısrar ve kararlılıklarıyla ve kendilerinden önceki iş güvencesi mücadelesinin başarı ve yenilgilerinden çıkardıkları derslerle, bu sonucu koparıp aldılar. “Yapacak bir şey yok” lafının, yapılacak bir şey olduğunu gizlemek için söylendiğini göz önüne serdiler. Çalışma haklarına sahip çıkarken, cam işçisinin mücadele geleneğini de hafızalarda tazelediler

Camcıların çalışma hakkını savunma eylemleri: Her zaman yapacak bir şeyler vardır

Zafer Aydın

Cam işçisi işten atılmaya da yabancı değil, işten atıldıktan sonra çalışma hakkını savunmak için direnişe geçmeye de. 1991 yılıydı, 5 yıldızlı salonlarda kameraların karşısına geçip, yaldızlı cümlelerle “sosyal sorumluluk” kavramından dem vuran Şişecam yöneticileri, 25 Temmuz 1991’de Paşabahçe’de büyük bir kıyıma kalkıştı. 2500 işçinin çalıştığı fabrikada 584 işçiyi kapının önüne koydu. Gerekçeleri, çiğnene çiğnene tadı kaçmış bir sakızdı; “İstihdam fazla.” O zamanki Genel Müdür bunca insanın işten atılmasını zalimane pişkinlikle savundu: “Paşabahçe aşevi değil.” Cam işçisi, Kristal-İş Sendikası, işverenin kararına “eyvallah” demedi. Cam işçisi, ne kimseden helallik istedi ne kimseye “hakkımı helal etmiyorum” diye beddua etti. Söz konusu çalışma hakkıydı ve işin öbür tarafa havale edilecek bir hâli yoktu. Çekti şalteri, oturdu cam işçisi. Üretim durdu.

Fabrikanın üretim bölgesi tamamen işçilerin kontrolüne geçti. İşten atılmayan işçiler de, işten atılan arkadaşlarıyla fabrikada yatıp kalkmaya başladı. İşçilerin eşleri, anaları, babaları, komşuları, alışveriş yaptıkları esnaf, bölgedeki sendikaların üyeleri herkes desteğe koştu.

Bir söz tutuşturdu ateşi: “Dayanışma!” Tutuşan ateş sardı Paşabahçe’yi, Beykoz’u, İstanbul’u ve dahi Türkiye’yi. Ne polis gücü yetti dayanışmayı kırmaya ne işverenin 300 işçiyi tazminatsız atması. İşyeri temsilcileri, öncü işçiler, “işveren tazminatlarını veriyor daha ne olsun” demediler, ama, fakat diye başlayan cümlelerle imal edilmiş mazeretlerin gölgesine sığınmadılar. Gözlerini karartıp, kavgaya giriştiler. Tazminatlarını alıp gidecek işçiler için kendi tazminatlarını riske atarak soyundular kavgaya. İşveren, baştemsilci, temsilci, şube yöneticisi kim varsa artık, önde duran, baş çeken hepsini tazminatsız işten çıkardı.

Baş çekenler, işverenin gözünde “makbul” olmaktansa işçinin yanında “isyan erbabı” olmayı seçmişti. Bedeli ne olursa olsun…

21 gün Paşabahçe işçisi, geceleri mücadele türküleriyle kartondan döşeklerin üstünde uyuyup, sabah direniş sloganlarıyla güne uyandı. Bütün bir Paşabahçe hatta Beykoz, onlarla yattı onlarla kalktı. Bölge esnafı kepenk kapattı, “cam işçisi yoksa biz de yokuz” diye. 1966 grevinden yadigâr eylemle Boğaz'ı aşıp, Beşiktaş’taki Camhan’ın kapısına dayandılar. “Kuşun çırpınışı ayrılmaz kanadından” diyor ya şair, aydınların, sanatçıların, sendikaların siyasi partilerin desteğiyle birlikte, büyüdü direniş. Sinmedi işçiler, aksine daha bilendiler, büyüdü öfkeleri. Şişecam’ın üst düzey yöneticileri fabrikadan, 10 bin kişilik dev bir topluluğun tükürük yağmuru ve öfke dolu sloganları arasında polis kordonu altında ayrıldıktan sonra vazgeçtiler bu zalimane uygulamadan. İşyeri yemekhanesinde ilkokul müsameresinde okunsa, velilerin ayıp olmasın diye alkışlayacağı şiirlerle, sitem dolu konuşmalarla, melek kılığına bürünüp, geri adım attılar. Tazminatsız çıkarılan 300 işçi de tazminatlı çıkarılan 585 işçi de işine döndü. Paşabahçe Cam Fabrikasında üretim yeniden başladı.

2002 yılına geldik, aylardan temmuzdu yine. İşveren, Şişecam’ın ilk fabrikasına kilit vurma kararını açıkladı. Usulca kabullenilmeyeceğini biliyorlardı, o yüzden 800’e yaklaşan işçiyi 15 gün izne çıkardılar. Kristal-İş Sendikası, cama, cam işçiliğine ev sahipliği yapmış, adı camla özdeşleşmiş bu semtte fabrikanın devam etmesini, camcılık geleneğinin sürmesini istiyordu. Venedik’in Murano Adası gibi tarihi bir üretim alanına dönüştürmesini talep etti. Ama Şişecam kararını vermişti; fabrika kapanacaktı. Camın Paşabahçe’de yüzyılı aşan tarihi, toprağa gömülecekti. Şişecam’ın yöneticileri fabrikanın yerine otel yapılacağını da ilan ettiler. Onlar tarihin, kültürün, sosyal olanın değil, aristokrat bir Fransız gibi sözcüklere basa basa ifade ettikleri üzere “rantabl olanın” peşindeydiler.

Direniş sonuç verdi
Kimse yapacak bir şey yok, fabrika kapanıyor demedi yine. Sendika direnme kararı aldı, “91 ruhu geri geldi” sloganıyla 22 Temmuz günü üretimin durdurulduğu fabrikada direniş başladı. Bir hayalet haline dönmüş, suskun tezgâhların önünde çalışma hakkı için pankartları, bayrakları çektiler. İşveren fırınları söndürmeye çalışırken, sendika kendi imkânlarıyla getirdiği yakıtla, fırınların ateşini canlı tutuyordu. Polis, fabrikada bekleyen işçileri ablukaya aldı. Etrafla iletişimini, direnişe verilecek desteğin önünü kesmeye çalıştı. Hangi üst akıl vermişse talimatı, kapı tutulunca, desteğin durdurulacağını sanıyorlardı. Ancak fabrikadaki çeşitli bölümleri birbirine bağlayan tünellerden geçip geldi Paşabahçe halkı desteğe. Çocuklar, emekli cam işçileri, hukukçular, aydınlar, sanatçılar bir kez daha Paşabahçe’nin kapısının önündeydi. Kapılarda mevzilenmiş polislerin şaşkın bakışları arasında haykırdılar, iş güvencesi taleplerini. İşçilerin mavi tişörtleriyle direnişin rengine büründü Paşabahçe.18 gün süren eylemin ardından işveren, işçilerin Şişecam’ın fabrikalarında (mevcut hakları da korunarak üstelik), istihdam edilmelerini kabul etti. İşçilerin çalışma hakkı bir kez daha korundu. 700 cam işçisi çalışma haklarını korumanın buruk sevinci, tarihi bir fabrikanın toprağa gömülmesinin hüznüyle ayrıldılar Paşabahçe’den. Düştüler yollara gurbeti yurt edinmeye. Paşabahçe fabrikası ise bilinmez neden, 15 yıldır suskun bacalarla bekliyor, rant uğruna böğrüne saplanacak dozeri.

Takvim sayfaları 2012 yılının son günlerini gösterirken, Şişecam endüstriyel tarih defterinden bir sayfa daha koparmaya karar verdi. Anadolu Cam Sanayi’nin Topkapı fabrikasına kilit vurdu. Eskişehir’de yaptığı fabrikaya Topkapı’nın makinelerini taşımaya karar veren işveren, işçileri götürmek istemiyordu. Daha düşük ücretle ve sendikal geleneği ve deneyimi olmayan işçilerle çalışmaktı muradı. “Şirketimize yapmış olduğunuz hizmetlerden dolayı teşekkür ederiz” yazısıyla, 572 Topkapı çalışanına kapıyı gösterdiler. Bu karara boyun eğecek hali yoktu cam işçisinin, 28 Aralık 2012’den itibaren bacaları tütmeyen, fırınları sönmüş fabrikada direnişe başladılar. Kadınlar, çocuklar, gençler, sendikalar koşup geldiler desteğe. Her destekle biraz daha büyüdü direniş. “Camdan kuleler ses geçirmezmiş, geçirir mi geçirmez mi görmeğe geldik” diye dayandılar Şişecam’ın kapısına. “Kendiniz ve çocuklarınız için hak gördüğünüzü, bize ve çocuklarımıza neden hak görmüyorsunuz” diye sordular, seslerinin en öfkeli tonuyla.

Kadınlar mağaza, mağaza dolaşıp, blokaj eylemleri yaparak, sahip çıktılar eşlerinin çalışma hakkına. Kristal-İş’in örgütlü olduğu fabrikalardan gelen desteklerle mücadele yayıldı, Trakya’ya, Mersin’e, Gebze’ye ve Bursa’ya. İşçilerin iş düşü görmek üzere paletlere kıvrılıp yattıkları bir gece yarısı bir polis ordusuyla girip, boşaltmak istediler fabrikayı. Mülklerini devlet eliyle kurtaracaklardı işgalden. Çatılara, dumanı tütmeyen bacalara çıkınca işçiler, evdeki hesap çarşıda bozulmuş oldu. Sonra da tutmadı bir daha. İşveren, bir kez daha geri adım atıp, Topkapı işçilerinin Şişecam’ın diğer fabrikalarında çalışmasına “razı” oldu. Fabrikanın arazisinde ise İstanbul’a ihanet edenlerin, suç ortakları eliyle AVM ve konut projesi yükseliyor.

2015 Kasım'ında işsizliğin acısının düştüğü haneler Mersin’deydi bu kez. Şişecam, fırın kapatıyorum, istihdam fazlalığı var diye teşvikle çıkış önerdi 109 kişiye. Kabul eden etti, etmeyen 20’si Paşabahçe Mersin’den,14’ü Anadolu Cam Sanayi’den 34 kişi kondu kapının önüne. Yıllarca çalıştıkları fabrikaların kapısında kaskatı kaldı işçiler. İnsanı insan yapan yolu, direnişi seçtiler. Eşleri çocukları, yürekleri emekçiler için atan bir avuç insan destek verdi mücadelelerine. Ancak kavganın en olmaz yerinde yalnız kaldılar. Sendikaları yoktu yanlarında. Cam işçisi tarihinde ilk kez sendikası olmadan bir eylem örgütlendi. Direnişi İstanbul’a taşıyıp, en yaratıcı eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştı işçiler. Eşleri ve çocuklarıyla Şişecam’a yürüdüler. Ne kadar bağırsalar da seslerini duyan olmadı. İşten çıkarılan işçiler evleri sayılan sendikalarından da çıkarıldılar. Sendikanın önüne kurulan direniş çadırı vandal bir operasyonla söküldükten sonra da, kendilerine kucak açan Beykoz halkına teşekkür edip döndüler evlerine. Yenilmiş ama tohum atmış bir kavgadan, arda kalanlarla.

Ve Lüleburgaz…
Şişecam, son olarak Lüleburgaz’da girişti işçi kıyımına, bir taşla iki kuş vurma hevesiyle. Hem ücreti, kıdemi yüksek işçilerden kurtularak maliyetleri, ortalamayı aşağı çekecekti, hem de “huzur bozan” unsurları ayıklayacaktı. Fırın kapanıyor, diye ekim ayının başlarında 90 işçiye kapı gösterildi. İşçiler kapının önüne çıktıklarında yine yalnızdılar. Sendikaları, birlikte çalıştıkları arkadaşları, inandırıcılığı olmayan gerekçelerle uzak durdu atılan işçilerden. Bir telaş, bir üzüntü belirtisi göstermeden suskunluğa gömüldüler. İş başa düşmüştü. İşçiler aralarında örgütlenip, komiteler kurdular. Sözcüler seçip eylemlere başladılar. Güçsüz ve sesiz sanılan güç uyandı Trakya’da. Lüleburgaz ayağa kalktı. İşçilerin sesleri boşlukta kalmadı, siyasi partiler, belediyeler, sendikalar, kadınlar, gençler duydu cam işçisinin sesini. Binlerce insanın katıldığı mitinglerle, eylemlerle, destekle, dayanışmayla büyüttüler direnişi. İstanbul’a Şişecam’a yürüyüşleri, Cumhurbaşkanı’nın işverenlere seslenirken “bizden önce de OHAL vardı, ama biz sizin için kullanıyoruz” diye işverene olan faydasına işaret ettiği OHAL gerekçesiyle engellendi. İşçilerin otobüslerle İstanbul’a gelmeye hazırlandığı günün gecesinde işveren geri adım atarak, atılan 90 işçiye Paşabahçe Eskişehir fabrikasında istihdam olanağı sağladı.

Yalnız 90 Trakyalı ısrar ve kararlılıklarıyla ve kendilerinden önceki iş güvencesi mücadelesinin başarı ve yenilgilerinden çıkardıkları derslerle, bu sonucu koparıp aldılar. “Yapacak bir şey yok” lafının yapılacak bir şey olduğunu gizlemek için söylendiğini göz önüne serdiler. Çalışma haklarına sahip çıkarken, cam işçisinin mücadele geleneğini de hafızalarda tazelediler. İşçi sınıfı mücadelesinin başarı hikayelerine çok ihtiyaç duyduğu bu günlerde, önemli bir deneyim armağan ettiler.

Bu sonucun sendikanın tribünde olduğu koşullar altında alındığı göz önünde tutulursa, elde edilen sonuç daha da önem ve değer kazanıyor. Trakya’da elde edilen sonuç, hem cam işçilerinin mücadelesinde, hem de Türkiye işçi sınıfı açısından hikâyenin başka türlü de yazılabileceğinin nişanesidir. Şairin dediği gibi, “Gün, şafağın kıpırdanışıyla başlıyor, yeni seslere.”