İftiralara, başkaları hakkında olmadık sözlere, yakıştırmalara nasıl inanırız?

İftiralara, başkaları hakkında olmadık sözlere, yakıştırmalara nasıl inanırız? “Yapmıştır bir şeyler” deme noktasına nasıl geliriz? ABD’de 2008 seçimleri sırasında yapılmış bir çalışmanın (Kosloff ve ark., Arizona Univ, Mind dergisinde okudum) özeti fikir veriyor. Beyaz ve Müslüman olmayan öğrencilerden oluşma bir gruba seçimdeki tercihlerine ilişkin bir anket veriliyor. O dönemde Obama’nın aslında Müslüman olduğu iddiaları ile zayıflatılmaya çalışıldığını hatırlatayım. Anketin ilk bölümünde Obama’ya ilişkin bu iddiaya inananların oranı yüzde 38. O noktada, anketi dolduran kişinin ırksal kökeni ve dini soruluyor. Bir anlamda, kendisinin kim olduğu  (ve Obama’nın kendisinden farklı olduğu) hatırlatılıyor. Birazdan Obama’nın ‘aslında’ Müslüman olduğu iddialarına ilişkin bir soru geldiğinde, buna inananların oranı yüzde 58’e fırlıyor. ‘Öteki’ olarak gösterilen için söylenen her olumsuz şey kabul görebilir. Yeter ki, dinleyenden farklılığını, yabancılığını vurgula. Düşman yap… Boşuna, politikada olsun, başka yerlerde olsun, birisini yerin dibine batırmak için ‘aslında’ ne olduğunu (Ermeni, Alevi, Kürt, Komünist… gibi, konuşmayı dinlemekte olan ortalama kişinin kendisini uzak ya da yabancı hissedeceği ne varsa) söylemiyorlar. Bunu ustaca yapmak isteyen iftiracılar, muhataplarının farklılığını (sen ötekinden farklısın, üstünsün) öne çıkartarak ve hatırlatarak, ‘öteki’ne yeni bir çamur atmadan bu işi ‘başarabilirler’.

Sürüden olmamak için
Herkes ne yapıyorsa aynısını yapmak, bir başka deyişle ‘sürü ile hareket etmek’ akıllıca sayılabilir. Bir uçak yolculuğunda yanımda oturan yaşlıca teyzeye Frankfurt havaalanındaki aktarma uçağına nasıl yetişebildiğini sorduğumda, cevabı, “herkes nereye gidiyorsa, ben de o yana gittim” olmuştu. Bütün canlılar gibi biz de türümüzün diğer üyeleri ile saflaşmaya, aynı yönde hareket etmeye adeta programlanmış gibiyiz. Sürüyü küçümsememek lazım, bireyin değil ise türün hayatta kalmasını sağlayan bir mekanizma sağlar.

Başkalarının yaptıklarının aynısını yapmak bir anlamda on binlerce yıldır doğadaki diğer canlılarla ortak stratejimiz. Mahallede iş yapan bir bakkal var ise, hemen yanına bir bakkal, bir bakkal daha açmak, taklitçi kökenlerimizin bize bir mirası. Sürüden olmak içimizden geliyor. Ama yine de, farklı olma eğilimini nasıl oluyor da sürdürebiliyor, varlığımızı tehdit altına soksa da, sürünün yaptığından farklı hareket ediyoruz?

Taklit etmeye, sürüyle uyum göstermeye yarayan mekanizmaları kullanarak, farklılaşmamızı yapabiliriz. Başkasının ne yaptığı ile yine ilgiliyiz. Ama bu sefer sonuçlara bakıyoruz.  Nasıl ve ne yapıp edip kazandığına değil, ne yaptığında başına bir şey geldiğine, olumsuz bir olay yaşadığına odaklanıyoruz. Ne yapacağımıza değil, ne yapmayacağımıza odaklandığımız anda, sürüden farklılaşma başlıyor.

Bu düşünce ve davranış tarzının en iyi örneklerinden birisi tıpta, doktorların karar verişlerinde gözlenebilir. Nerede hata yapıldığını, nerede yanıldığını bulmak ve anlamaya yönelik tartışmalar, makaleler, toplantılar doktorların başlıca kendini geliştirme aktivitesi. İlk bakışta oldukça ‘mazoşistçe’  gözüken bu yaklaşım, ne yaparsa değil, ne yapmazsa bir zarar doğmayacağını öğrenmek için etkin bir yoldur. Sürüden hangi noktada ayrılacağını, herkesin yaptığını ne zaman yapmayacağını belirlemeye dönük bu davranış için beynin özellikle ön orta bölümleri görevli. Bristol Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının kazanma/kaybetme üzerine kurulu bir oyunu gözleyenlerin beyin dokularını MRI ile inceleyerek elde ettiği bulgular üstünde düşünmeye değer. Beynimizde ‘sürü’ olmaktan sorumlu hareket taklidi bölümleri üzerinde doğrudan ketleyici etkisi olan bu bölge, sonucu pek iyi olmayan eylemleri gördüğü anda, taklidi durdurmak için frene basıyor. Neyi taklit etmeyeceğini daha iyi öğrenenler, bir başka deyişle ders çıkaranlar, kendilerini sürünün akıbetinden koruyabiliyor. Kısa vadedeki nimetlerden vazgeçseler de…