Türkçe’nin büyük şairi Can Yücel’i (1926 – 1999) yitireli 23 yıl olmuş. Sosyal medya, kalemiyle ülkemizin hareketli yıllarına eşlik eden, en önde yürüyenler arasında yer alan bu önemli kaybımızı hatırlatan, saygı ve sevgiyle anan paylaşımlarla dolu.

Biz de bu vesileyle Can Baba’nın Almanya’daki maceralarına değineceğiz.

Can Baba, 12 Eylül faşizminin gevşemeye başladığı 80’li yılların sonlarında ilk kez Almanya’ya geldi. Devrimci Yol’un Avrupa’daki (daha doğrusu Türkiye dışındaki) izdüşümü Devrimci İşçi’nin Almanya’nın çeşitli kentlerinde düzenlediği dayanışma gecelerine katılmak üzere, uzun yıllar sonra ilk kez yurtdışına çıkabilmişti. Bu etkinlikler, Türkiye’deki cezaevlerinde işkence gören, eziyet çeken devrimci ve demokratlarla dayanışmayı ve Türkiye’deki mücadeleye destek vermeyi hedefliyordu. Can Baba da Almanya’nın çeşitli yerlerinde binlerce kişinin katıldığı bu etkinliklerde yer aldı. Diktatörlüğe meydan okuyan, özgürlük ve direniş çağrıları içeren şiirleriyle, bir bölümü Almanya’ya çalışmak için göç etmiş, bir bölümü de baskı ve takibatlar nedeniyle ülkeyi terketmek zorunda kalmış olan devrimci, demokrat insanlarla buluştu, birleşti.

***

Gittiği her kentte kendisini karşılayıp, ağırlayan devrimci ve demokratların kalplerini kazandı ve geride çok ilginç anılar bıraktı. Söz konusu etkinliklerin ardından bir süre dinlenmek üzere Frankfurt’a geldi. Yoğun etkinlikler ve bunların gerektirdiği seyahatler nedeniyle yorulmuştu, dinlenmesi gerekiyordu. Bir grup Frankfurtlu, onu olanaklarımız çerçevesinde ağırlamaya çalıştık. Çok büyük bir sorumluluk aldığımızı biliyorduk. Frankfurt’ta bulunduğu sürede yediklerinden, içtiklerinden rahatsız olmaması için üzerine titredik. Çünkü Can Baba’nın Frankfurt’a gelene kadarki yolculuğu sırasında, zaman zaman yaşına ve konumuna tekabül etmeyen ortamlarda konuk edildiğini, onun da kendisini ağırlayanlara saygısından (ya da tahammülünden) dolayı bunlara itiraz etmediğini öğrenmiştik. Örneğin Almanya’nın güneyindeki bir kentte Can Baba’yla ilgili sorumluğu üstlenenler gecelemesi için bula bula bir sığınmacılar yurdundaki boş odayı bulmuşlardı. Aslında her gittiği yerde devrimciler, demokratlar onu evlerinde ağırlamak için yarışıyorlardı, bu sığınmacı yurdu muhtemelen bir organizasyon kazası sonucu ortaya çıkmıştı. Bu organizasyon kazalarından diğeri de Berlin’den Almanya’nın batısındaki bir kente gitmek için, 700-800 kilometre boyunca sıkış-tıkış bir otomobilde seyahat etmek zorunda kalmasıydı.

Gençlik yıllarında çok daha ağır koşullara bana mısın demeyen Can Baba, yoğun program sonucu bitkin düşmüştü. Sonunda Fransa’da bulunan oğluyla buluşmadan önce bir süre dinlenmek üzere Frankfurt’ta gelmişti.

Onu Frankfurt’ta mütevazı olanaklarımızla mümkün olduğunca rahat ettirmek için seferber olduk. Sorumluluğumuz büyüktü ve bundan dolayı da hepimiz kıvanç içindeydik. Frankfurt’ta bulunduğu sürenin en iyi biçimde geçmesi, bu sürede bir sağlık sorunu yaşamaması için özen gösterdik, onun kentte olduğunu duyan hayranlarının yoğun ilgisinden sıkılıp, yorulmaması için yoğun çaba içinde olduk.

Ancak kentte onu görmek, birlikte olmak, konuşmak isteyen birçok dostumuz, arkadaşımız vardı. Sonunda bu isteklere fazla direnemedik. Kent içinde 10-15 kişinin katıldığı bir toplu yemek organize ettik. Tabii ki Can Baba’nın olduğu her masada olduğu gibi, orada da rakı içildi ve gündem “ne olacak bu memleketin hali” oldu.

Tahmin edilebileceği gibi asıl konuşan, onur konuğumuz olan Can Baba’ydı ve çoğunluk onu büyük bir sevgiyle, hayranlıkla dinliyordu. Herkes sıra dışı bir buluşmaya katıldığının, çok önemli, çok değerli bir çağdaşımızla birlikte olduğunun farkındaydı. Aradan neredeyse 35 yıl geçti, Frankfurt’ta halen bu buluşma konuşulur… Ama masada Türkiye ve dünyadaki gelişmeler konusunda oldukça karamsar biri de yer alıyordu. Davetli olmadığı ve sonradan katıldığı bu buluşmada zaman zaman coşup, Türkiye’deki mücadeleyi coşkuyla anlatan Can Baba’ya itiraz etmeyi adeta görev edinmiş gibiydi. Gece boyunca onun ağzından birçok kez “Bitti bu işler, çok zor, artık olmaz!” anlamına gelecek itirazları duyduk. Herkes masanın tadını tuzunu bozmamak için bu çıkışları duymazdan geliyor, karşılık alamayınca susar umuduyla geçiştiriyorduk. Daha önemlisi de Can Baba’nın bu sözleri umursamayacağını umuyorduk.

can-baba-almanya-dan-sesleniyor-gotumser-olmayin-1055911-1.

***

Ama öyle olmadı tabii. Sonunda Can Baba parladı, “Sen de amma götümsersin be!” diyerek, karamsar arkadaşımızın gece boyunca susmasını sağladı.

Can Baba, bu arkadaşımızı ve onun şahsında hepimizi ‘götümser’ olmamak konusunda uyarırken, hayatın birçok başka alanında da mesajlar veriyordu.

Mesajı almıştık…

Çok yaşa Can Baba…

Hayatımıza, mücadelemize güç verdin, renk verdin… “Aşkolsun sana çocuk aşkolsun!” diye seslendiğin dizelerinden az da olsa kendimize de bir pay biçtik…

Hülasa ne karamsar olmaya, ne kötümser olmaya ne de ‘götümser’ olmaya gerek yok.

Kazanılması gereken bir mücadele var.

Birleşip, örgütlenerek kazanılacak bir mücadale...

Bu mücadelede “kötümser”lere yer yok.

(*) Can Baba’nın mahkemede yaptığı o ünlü savunmayı bilmeyen yoktur. Hani “Hakim Bey, bizde göte göt denir” dediği savunmayı. Bu yazıdaki ‘götümser’in konuyla alakası yok şüphesiz.