Tarihte okurduk: Yüz yıl savaşları, otuz yıl savaşları... Aklımız almazdı... Şimdi, son isyan ile birlikte en az yirmi yedi yıldır devam eden bir savaşın ortasındayız...

Tarihte okurduk: Yüz yıl savaşları, otuz yıl savaşları... Aklımız almazdı... Şimdi, son isyan ile birlikte en az yirmi yedi yıldır devam eden bir savaşın ortasındayız. Savaş sanki otomatiğe bağlanmış gibi sürüncemede... Bir tavsıyor bir şiddetleniyor.

Adeta insan iradesinden bağımsızmışçasına... Bir çark dönüyor, ağır mı ağır... İnsanlık vicdanı dışında bir çark...  Adeta bir kadermiş gibi. Dönüyor ve öğütüyor. Oysa bariz bir yorgunluk, bariz bir bıkkınlık var. Öfkeler bile yorgun, hatta ağıtlar da... PKK’nin silahından çıkan kurşun yorgun. Kandil’i bombalayan, lazer güdümlü akıllı füzeler hepten yorgun. Ölenler yorgun. Öldürenler yorgun.

Ama bitmiyor.

Kelimeler yorgun, vaatler yorgun. Çözümler yorgun. Yaşananlar hep dejavu. Kürt, Türk bütünüyle dejavu yorgunu. Önce umut, sonra hayal kırıklığı, sonra dehşet.  Yine kan yine intikam.

İki yıl önce de, on iki yıl önce de böyleydi. “Aha çözülüyor” denildi. Çözülmedi. İki yıl sonra yine aynısı.

Haberler klişe. Demeçler klişe. Üzüntüler klişe. Bi tek akan kanlar klişe değil. Çünkü canlı bedenden akıyor ve akıp tükenince can bitiyor işte. Gerisi klişe... Bi tek ölenler sahi. Bi tek gözyaşları sahi.

Böyle bir gidişatta yorum yapmanın, gelişmeler nasıl olacak diye tahminde bulunmanın, tahliller döktürmenin ne manası var? Bunlar da yine klişe olacak.

Üç vakte kadar elbette ve mutlaka biter bu işler... Üç hafta, üç ay, üç yıl ya da üç on yıl... Ama mutlaka biter... Biterken bitirerek...

Üç vakte kadar bitmesi için üç kâğıtlarla iştigal etmek yerine...

Belki de üçüncü bir seçenek... Belki de üçüncü bir feryat bu savaşı bitirebilecek. Ve bu feryat ancak ve ancak Türklerin ve Kürtlerin ortak feryadı olabildiğinde işitilebilecek.

Ama burada asıl dayak yiyen kim? Asıl dayak yiyenin ne istediği önemli değil mi? Niye dayak yediği ve dayağa rağmen niye kavgaya devam ettiği önemli değil mi? Elbette Kürtlerden söz ediyorum. Yani yok sayılanlardan. Varmış gibi yapılıp da yine yok sayılanlardan. Ve ha bire dayak atılanlardan, Êdî Bese, Artık Yeter diyenlerden...

Kandil’e atılan bombaların sesi bu kez Kürt nüfusu yoğunluklu ve özellikle batıdaki şehirlerden gelmeyecek mi? Peki şehirlerde bomba patlatmak PKK için mümkün olsa da, bu kez F-16’lar Kürt mahallelerini mi bombalayacak?

 “Artık sözün bittiği yerdeyiz” sözü de klişe oldu ya, icraatlara bakıp birkaç ay önce, evet, ben de şöyle demiştim: “Faşizm, sözün bittiği yerdir.” Yani bu tespiti mi onaylıyorlar, bilemiyorum.

Şimdi kimileri “Ne değişti de PKK böyle saldırıya geçti?” diye soruyor.  Ama bu gelişmeler hiç de sürpriz değildi ki. Zaten “hiçbir şey değişmediği için” saldırıya geçtiğini söylüyor PKK. Bir ilerleme olmazsa, barış konseyi filan için adım atılmazsa, kıyamet kopacağını, diğer seçeneğin “devrimci halk savaşı” olacağını aylar öncesinden ilan etmişlerdi, hem Kandil’den hem İmralı’dan...

Taraf yazarı Emre Uslu, “the her şeyi önceden bilen” eski polis, yine kehanette bulundu (Vamık Volkan adlı bir psikiyatrın çözümlemelerine dayanıyormuş gibi yaparak), muhtemelen eline gelen bir istihbaratı ifşa etti:

Öcalan, şu sıralar beklenmedik bir açılım yapabilirmiş!

Emre Uslu böyle diyorsa, büyük bir ihtimalle doğrudur. Öcalan’ın Taraf gazetesini titizlikle okuduğunu, kendisi açıkladığı için, biliyoruz. Uslu’nun yazısını da mutlaka okuyacaktır. Böylece muhtemelen Öcalan’a doğrudan mesaj gönderiliyordur, cemaat ya da adını bilmediğim bir oluşum filan tarafından...

Aynı minvalde Ahmet Altan’a gelen tüyoya göre, Ekim’de Barzani’nin ve Talabani’nin de yardımıyla bir Kürt kongresi toplanacakmış, PKK süresiz ateşkes ilan edecek, hükümet Kürtlerin haklarını verecek yasal adımları atacakmış...

Keşke! İlk kez, Ahmet Altan’ın “ümidini” paylaşmış oluyorum böylece.

Bu tür günlerde, bu tür yazıları, acep yazar nasıl bir mesaj verecek niyetiyle okuyan da olabilir. Öyleyse mesajımı yazıyorum:

Bu yorgunlukta, artık atılacak her adım ancak can havliyle atılır.

Umarım can havliyle bir çözüm kendisini son kez dayatır.

Aksi halde... Güçlü olan, tankına, topuna F- 16’sına abanıp, ötekini can havliyle yok eder. Ama tamamen yok edemez. Yok ettiğini sanır. Sonra yeniden başlar otuz yıl savaşları. Bitmez. Ama böyle giderse ve kesinlikle hiç bitmez.