Uygarlıkların Batışı, Maalouf’un doğup büyüdüğü coğrafyadaki gelişmelerle başlayıp bugüne uzandığı, çözümlemeler yaparak siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal bağlamda neler yaşandığını özetlediği bir kitap

Can sıkan tarihi hikâyeler

ALİ BULUNMAZ

Var oluş probleminden yok oluş krizine hızla geçiş yaptığımız bir zamanda yaşıyoruz: Popülizm yeniden yükselişe geçerken dünyanın dört bir yanında ülkeleri yöneten veya yönetmeye aday deliler, ulusal ve uluslararası siyasette adından söz ettiriyor. İklim krizi, bunun bir uydurma olduğunu söyleyip konuyu ti’ye alanların bile canını yakarken mülteci sorununun 'çözümü' için ırkçılar sahaya sürülüyor. Şimdilerde başka isimler bulunmaya çalışılsa da sınıf çatışması alabildiğine devam ederken 'tek kutuplu dünya'nın hiçbir soruna çare olmadığını düşünenler (Rusya, Çin, Hindistan…) süper güç haline gelmek ve oyuna girmek için elinden geleni ardına koymuyor.


Bu arada olup biteni kaygıyla izleyen; vicdanlı insanlar, “Oyuncu muyuz, yoksa figüran mı?” sorusunu yanıtlamaya uğraşıyor. Bunu bir diğeri izliyor: "Özne miyiz, yoksa nesne mi?.."

Hiç değişmeyeceği varsayılan dünyanın, algı sınırlarını zorlayacak biçimde dönüşümü karşısında, yukarıdaki ve onlara benzer soruları zihninde dolandırıp duran; bildiği dünyanın yerine bir başkasının kurulduğunu gören Amin Maalouf da Uygarlıkların Batışı adlı kitabında, tanık olduğu ve yeniden yazılan tarihi karşılaştırıp bugünü anlamaya ve bir gelecek öngörüsü oluşturmaya çalışırken konuya ağır bir belirlemeyle giriyor:

“İnsanlık gözlerimizin önünde başkalaşıyor. Serüveni hiç bu kadar vaatkâr ve hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı. Tarihçi açısından, dünya büyüleyici bir manzara sunuyor. Tabii yakınlarının sıkıntılarına ve kendi kaygılarına alışabilme koşuluyla…”

'BU NOKTAYA NASIL GELDİK?'

Maalouf’a göre, yaşadığımız dönemin belli başlı çelişkileri var: Mesela, izleyip belli bir süre sonra ortasına düştüğümüz felaketlerden kurtulmak için türlü imkânlara sahip olmamız; ilerleme ve refah için çeşitli fırsatlarımız bulunması fakat ısrarla ters yolda ilerleyişimiz. “Eskiden daha iyiydi” demese de kaygı yaratan durumlardan söz eden Maalouf, “Birkaç yıldır türümüzün şu ana kadar inşa ettiği, haklı olarak gurur duyduğumuz ve genellikle adına ‘uygarlık’ dediğimiz her şeyi yok edebilecek, giderek kaygı veren sapmalar gözlemliyorum” diyor.

Yazara göre gemi her yandan su alıyor: Amerika, Avrupa, Asya, Afrika… Demokrasinin, Avrupa Birliği’nin, geleneklerin, bilginin, Aydınlanma değerlerinin, hakkın, hukukun ve adaletin neredeyse adının kaldığı bir dünyada, uygarlıktan söz etmenin mümkün olup olmadığını sorguluyor Maalouf.

Bununla birlikte yazar, sorumluluğunun ve üyesi olduğu uygarlığın gereğini yapmaya uğraşarak 'insanlık serüvenini dert edinen' bir kitap kaleme aldığı notunu düşüp kendisi gibi davrananlarla birlikte 'Bu noktaya nasıl geldik?' sorusuna yanıtlar bulmaya çalışıyor.

Maalouf, bunların bir bölümüne doğup büyüdüğü coğrafyanın ölümler, cinayetler ve siyasi-sosyal çekişmelerle dolu yakın tarihinde rastlıyor. Özellikle de Lübnan ve Mısır ile ailesinin geçmişinde.

EL KONAN GEÇMİŞ VE GELECEK

Ailesindeki gibi Mısır ve Lübnan da birbiriyle yan yana gelmesi çok kolay olmayan kültürleri buluşturuyor. İki ülkenin geçmişini, dünya tarihinin bir kesiti gibi anlatan Maalouf’a göre söz konusu coğrafyalarda yükseliş ve düşüş ön planda. Çocukluğundan beri kulağında kalmış; sanatla, şiirle, edebiyatla ve siyasetle iç içe geçen, sonunda vaatlerini kaybeden ve olduğu şeyden uzaklaşan hikâyeler toplamı bu. Maaoluf’un buna 'alev alev yanan cennet' ya da 'kayıp cennet' demesi boşuna değil: Yeryüzü cennetiyken 'artık yasak olmayan her şey mecburi' düsturuyla otoriterleşen coğrafyadaki değişim, el konan geçmişe ve geleceğe; küçük çıkar hesaplarının büyük iktidar oyunlarına evrilişine denk geliyor.

Mezopotamya’daki hemen her ülkede, yaşamın sürmesini sağlayan; 'tozlayıcı' (polen taşıyıcı) görevi üstlenen azınlıklardan söz ediyor yazar. Ancak fetihçilerin rekabeti, öncelikle onları vuruyor ve sonra büyük parçalanma başlıyor: “Doğu Akdeniz’in çoğul toplumlarının dağılması, telafi edilemez bir manevi bozulmaya yol açmıştır ki bu da günümüzde tüm toplumları etkilerken dünyamızın üstüne akla hayale gelmeyecek bir barbarlık selinin boşanmasına neden oluyor.” Sonrası etnik ve dinsel mezhepçilik, çatışma, göç ve yersiz-yurtsuzluk…

İnsanlık fikrinde arızalara ve uygarlık krizine yol açan barbarlığın çerçevesini çizmek için biraz geriye giden Maalouf, ilk bakışta Avrupa’yla ilgili gibi görünse de dünyanın tamamına yönelik hayati bir soru soruyor: “Geçen yüzyılda Goethe, Beethoven ve Lessing’in ülkesinin bir gün gelip Goering, Himmler ve Goebbels ile nasıl özdeşleşebildiğini sormamış mıydık?”

'ZAMANIN RUHU'

Maalouf, savaşanların galipliğini ve mağlupluğunu, silahın ve öç almanın tek seçenek olup olmadığını sorgulayarak ABD’den Fransa’ya, Mısır’dan İsrail’e ve Japonya’dan Güney Kore’ye uzanan bir hatta kalem oynatıyor. “Bozgun bazen bir fırsattır” derken aslında zafer, kimi zaman aldatıcıdır diyor üstü kapalı olarak. Dolayısıyla Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan Pearl Harbour’a, Kore Savaşı’ndan 'Altı Gün Savaşı'na, ABD’nin Vietnam ve SSCB’nin Afganistan işgallerine, 11 Eylül’den 'teröre karşı savaş' mottosuyla bugün Irak’ta ve Suriye’de yaşanan kargaşaya getiriyor sözü. 'Mağlupları' ve 'galipleri' sıralarken neyin 'savaş' ve 'barış' olduğunu; kültürel köprülerin kimler tarafından nasıl yıkıldığını anlamaya çabalayan Maalouf, muhafazakârların kendine 'devrimci' dediği, ilericilerin ve solcuların kazanımlarını muhafaza etmeye çalıştığı 'zamanın ruhu'na atıf yapıyor.

Yirminci yüzyılın tarihi duraklarından günümüze miras kalan sıcak ve soğuk çatışmalar, 'zamanın ruhu'nu kavrama ve uygarlık krizini çözümleyip ahlaki iflasların, işgallerin, ihanetlerin ve sosyal devletten vazgeçişin yarattığı sorunların bilançosunu çıkarma yolunda yazara ışık tutuyor. Bu bilançoya eşitliğin değersizleştirilmesi, neoliberal yozlaşma, bürokratik istismarlar, krizle ve kirzden beslenen politikacılar, muhafazakâr militanlık ve ayrımcılık, siyasal dalgalanmalar ve iklim krize de dahil.

KAÇAN FIRSATLAR

Yakın geçmişle bugün arasındaki bağlantıyı, “Toplumlarımızın her birinde olduğu gibi genel insanlık düzeyinde de parçalayıcı etkenlerin sayısı artarken birleştirici etkenler giderek azalıyor” cümlesiyle kuran Maalouf, son düzlükte geleceğe dair endişesini dile getirirken kaçan fırsatlardan dem vuruyor: “Hayır, benim ağzımdan size seslenen nostalji değil, gelecek kaygım, çocuklarımın, torunlarımın ve onlarla aynı zamanı paylaşacakların bir karabasan dünyasında yaşayacağı konusunda hissettiğim haklı korku. Aynı zamanda insanlık macerasına bir anlam veren her şeyin yok olacağından da endişeliyim (...) Doğu Akdeniz hayatta kalıp gelişebilseydi insanlık, tüm uygarlıklarıyla birlikte, bugün gözlemlediğimiz sapmadan kaçınabilirdi diye düşünüyor ve buna inanıyorum (...) Geleceğin yolları pusularla doluysa takınılacak en berbat tavır, ‘her şey çok güzel olacak’ diye mırıldana mırıldana gözü kapalı ilerlemektir.”

Uygarlıkların Batışı, Maalouf’un doğup büyüdüğü coğrafyadaki gelişmelerle başlayıp bugüne uzandığı, çözümlemeler yaparak siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal bağlamda neler yaşandığını özetlediği bir kitap. Diğer bir ifadeyle Maalouf, tarihi hikâyeler anlattığı metninde, bir yazar ve aydın tavrı takınarak hakikatlerin can sıkıcı olduğunu hatırlatıyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.