Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Sanatçılarla sınır karakolu ziyareti’ eleştirilerine anıt vereyim derken dikkatsiz davrandığı ortada. “Kimse oraya şov amaçlı gitmedi” demesine hadi inanmış gibi davranalım. Ama lafı uzatıp 1915’ten örnek vererek “Çanakkale zaferinin kazanılmasından sonra bir grup yazar Çanakkale’ye davet edilir. Dönemin önde gelen sanatçıları, yazarları, edipleri bölgeye gitmişler ve döndüklerinde de bir takım eserler ortaya koymuşlardır”diyerek, Mehmed Emin Yurdakul’u, İbrahim Çallı’yı, Ömer Seyfeddin’i örnek vermesi elbette tuhaf. İbrahim Tatlıses, Sibel Can gibi isimlerle bu adı geçenleri özdeşleştirmesi pek bir garip. Bu sonuncuları küçümsediğimden değil. Afrin’e gidip geldikten sonra bunlar “ne tür “bir takım eserler ortaya koyacak” merak ettiğimden bu kıyaslamayı garipsedim.

Kaldı ki, sayın Kalın, keşke hiç Çanakkale örneğini vermeseydi. Tatsız konudur. “Yetmiş iki milletten oluşmuş Osmanlı” (çok övünürler ya) iddiası açısından pek de sevimli olmayan bir tarihi olayı anımsatmıştır. En azından benim zihnimde.

Tabii ki sayın Kalın’ın da dediği gibi Çanakkale zaferinin kazanılmasından sonra Çanakkale’ye döneminin sazendeleri ile ses sanatçıları götürülmüş değil. Edipler, şairler, ressamlar, bestekarlar gitmişlerdir. Olay şudur. 1915 haziran ayında Osmanlı Harbiye Nazırlığı, Çanakkale’deki savaş alanlarını gezmeleri daha sonra izlenimlerini kendi sanatları yoluyla aktarmaları amacıyla yukarıda saydığım aydınları, güzel sanatlar mensuplarını geziye götürür. 11 Temmuz Pazar sabahı Sirkeci garında buluşulup yola çıkılır. Dönemin büyük yazarları vardır aralarında. Ama Abdülhak HamidTarhan yoktur, Tevfik Fikret yoktur, Halid Ziya Uşaklıgil yoktur, Ahmet Haşim yoktur, Süleyman Nazif yoktur.

İlk üçünün neden olmadığını bilmiyorum. Belki mazeretleri vardır, katılamamıştır. Ahmet Haşim, üstelik Çanakkale Savaşları’na da katılmış biridir. O neden yoktur peki? Ya da Süleyman Nazif? Nedeni pek utandırıcıdır. İkisi de Türk olmadıkları için bu geziye çağrılmamışlardır. Türk edebiyatının bu iki kudretli figürü, biri Arap (Haşim) diğeri Kürt (Nazif) olduğu için davet edilmemişlerdir.

Afrin’i, yaşanılan kahramanlıklar açısından Çanakkale ile benzetmenin garabeti bir yana, Sayın Kalın’ın sayın Kılıçdaroğlu’na yanıt vereyim derken Afrin’e yapılan sazlı sözlü seyahati aklama çabasıyla örneği Çanakkale’den vermesi baltayı taşa vurması demek. O çok övünülen Osmanlılığın o dönem düpedüz ırk ayrımcılığıyla aslında tuz buz edildiğinin bir kez daha hatırlatılmasına vesile olmak demek.

Yapılanı savunamamanın verdiği ruh hali işte bu tür savrulmalara yol açıyor. O Çanakkale gezisine katılan ressamların kimileri Çanakkale Zaferi’ni konu alan tablolar yaptılar herhalde, Çanakkale şiirleri de okuduk o geziden sonra yazılan. Ahmet Haşim gitseydi, Türkçe’nin bu kudretli şairinden de neler okuyabilirdik kim bilir? Belki de gitmeden de yazdıkları vardır. Ya da aynı zamanda inanılmaz bir humoru da olan Süleyman Nazif’in kaleminden neler okuyabilirdik. Bir ırkçılık mikrobu bakın nelere yol açmış.

Afrin meselesinden dolayı askere moral vermeye gidenlerin arasında bir tane yazar, edip, şair yokken (yandaş ‘gazeteci’ tayfayı saymıyorum) Kalın’ın aklına “Çanakkale’ye de çok sayıda edip, yazar, şair gitmişti” demek nereden aklına geldi? İbrahim Tatlıses’e, Sibel Can’a bakarak mı hatırladı bunları.

İbrahim Tatlıses’ten ne kalır insanın aklında ayrıca.

Bir “megri megri” bir de “yaylalar yaylar”.

Ahmet Haşim ile Süleyman Nazif’ten akılda kalanlar ise Çanakkale söz konusu olunca, bana sorarsanız kocaman bir ayıp doğrusu. İbrahim Tatlısesler, İbrahim beye “ayıp”ı hatırlatmakla ayıp ettiler gerçekten.