“Kadıköy’den Emek-Bahçeli’ye, Aznavour’dan Cemil Meriç’e Anılar ve Portreler” adlı Prof.Dr.Kadir Cangızbay’ın kitabı (Ütopya Yayınevi, Şubat 2018) öğretici bilgilendirmelerle birlikte, bir anılar yumağı gerçekte, 1950’lerden günümüze.


Cangızbay’ın önemseyerek ele aldığı “bisiklet”e, Çifteker Terimleri Sözlüğü (TDK, 1970) şöyle değinmiş: “çifteker bisiklet. İnsan gücü ile yürütülen tek yollu, tek kişilik, iki tekerlekli taşıt” Kuşkusuz bunun motorlusu, üçlü çifteker’lisi(üç kişilik), üçteker’lisi(ilk zamanlarda çok kullanılan) varsa da, öğreneceklerimizin dil bağlamında olmayacağı anlaşılacak kolayca, özellikle “Bisiklet ve Sosyalizm” başlıklı bölümden alıntıladıkça:

“İlk bisikletim üç tekerlekliydi, ben daha 4-5 yaşlarında. Bildiğimiz iki tekerlekli bisikletlere, sıklıkla velespit de denirdi, bundan 50-60 yıl önce. Velespit’i de Fransızcadan almışız, bisiklet gibi. (...) Bisikleti bir zengin eğlencesi olmaktan çıkartacak ilk adımı atmak ise Parisli kilit imalatçısı Pierre Michaux’ya nasip oluyor, epey geç bir tarihte(1861). (...) İşçi sınıfının ve diğer yoksul halk tabakalarının bisikleti kendilerine seyrüsefer serbestliği sağlayan bir araç olarak benimsemeleri, esas olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşir. İkinci Dünya Savaşı’nın işgal altındaki Fransa’sında ise, bisiklet, şerefli direnişçilerin en vazgeçilmez aracı olur. (...) Velo Solex: ilk ve tek önden çekişli motorlu bisiklet. Sürücüsüne seçme hakkı verir, zorda kaldığınızda motoru devreye sokarsınız; hemen hemen hiçbir arabanın çıkamadığı yokuşları çıkarsınız, en kötü karda kışta, zeminleri en kayganında. Velo Solex, insana tercih hakkı tanımasıyla, tam bir özgürlük aracı; ancak bisiklet, bizatihi bir şereflilik. Pedala bastığın kadar gidebilirsin; yani emeğin kadar; kimseyi sömürmeden, kimseye sömürülmeden... Sosyalizm, bir rejim olarak kurulsun veya kurulamasın, bisiklete binen her fani, isterse en azılı anti-komünist olsun, o süre boyunca sosyalizmi ve sadece onu yaşamış olur; sosyalizmin ilkesi, “emeğine göre/emeğin kadar” olduğuna göre. (...) Bisiklet, yine yapısı gereği, kötücüllüğün hiçbir türüne, ne müsaittir ne de cevaz verir: Çevreyi ve havayı kirletmez; yolu da, park yerini de, ne işgal eder ne de yıpratıp eskitir. Kullanan açısındansa, ne trafiğe takılır, ne de park yeri derdi vardır...”


cangizbay-in-ciftekeri-457421-1.Cangızbay, Kentsel Dönüşüm denilenin ne menem bir şey olduğunu da özetliyor sanki: “Televizyonda bir adam, bilmem ne müdürüymüş. Mutlu, mesut, bahtiyar; müthiş sırıtık, konuşuyor: İstanbul’un iki yakasında her biri bilmem şu kadar bin metrekarelik ormanlık alan tesis edeceklermiş; üçüncü köprü, üçüncü havaalanı ve Kanalistanbul cinayetleri uğruna milyonlarca ağacın, coğrafyamızın, sonuçta hepimizin ve çocuklarımızın kanına girecekler ya, işte bunları telafi edecek projeler olarak; çocuklar için oyun, yetişkinler için eğlence üniteleriyle yürüme ve koşu yollarının yanı sıra bisiklet pistleri de olacak, isteyen gidip orada bisikletine binecekmiş. (...) Yerlerine AVM’ler kurup rezidanslar dikmek için okulu, hastanesi, parkı, meydanı, mahallesi, sokağı, çarşısı, meyhanesi, lokantasıyla şehri şehir dışına taşımayı marifet bilen sapık kafa, o denli yabancılaşmış ki, bisikleti de kendisine binilip bir yerlere gidilen bir araç değil de, kendisine binmek için özel olarak bir yerlere gidilecek bir fetiş obje olarak görüyor, o hale getirmeye çalışıyor...”

Ekşi Sözlük’te şöyle geçiyor Cangızbay; bir kaçını anarsak: “Yabancı dille eğitime karşı, sosyalist, antiemperyalist, had safhada değerli, müthiş insan. (...) Üniversitede ‘keşke dersim olsa da girsem’ dediğim ender hocalardan bir tanesi...”

Toplumbilimci, yazar, Prof.Dr.Kadir Cangızbay bu kitabıyla (yer yer çifteker aracılığıyla da olsa) derslerini sürdürüyor...