Sadece birkaç gün içerisinde 20’den fazla kentte yaklaşık 100 yangın çıkıyorsa eğer, tahmini sebepleri kadar bu yaygın alazla nasıl mücadele edeceğimizi de konuşmamız gerekmiyor mu? İklim değişikliği, çarpık yapılaşma, suç grupları, piknikçiler, orman köylüleri, liste uzar gider. Biz nasıl söndüreceğiz bu dev yangını, hızla ve kararlılıkla?

Canı yanıyor memleketin

Alper TURGUT

Onca yangın haberine gide gele, en nihayetinde insanın alevlerin dilinden de anlayacağını sanırsın. Ah ne mümkün! Alevlerin inanılmaz gücünü, küllerin tarifsiz hüznünü, yapıların ve yaşayanların zamansız ölümünü görenlerin, bir daha asla eskisi gibi olamayacağını söylemek, abartının hası değil, büyük laf etmek hiç değil ha! Yakıcı, yıkıcı ve kıyıcı, tastamam bir gerçeklik bu. Yalaz öykülerinde, sevdiklerinin canını, tüm malını ve hatta hatıralarını kaybedenleri tanıdım, Her şeyi tutuşturur, her şeyi, mutlu günlerden kalmış fotoğraflarını, ilk oyuncağını, nenenden kalmış süslü çeyiz sandığını. Ve dahası, dahası, dahası. Yanan, kararan, yok olan nice hayat, sönmemeye yemin etmiş saklı bir köz gibi kalır içinizde, anı acı, acı anı olmuştur artık.

Süleymaniye’nin daracık sokaklarında uzun ömür sürmüş güzelim evler, 1990’ların başından itibaren sistematik bir biçimde yakılır olmuştu. Tarihi binalar, organize suç örgütleri tarafından gece tutuşturuldu, hop gündüz yerine otopark konduruldu. Ruhsatlı, ruhsatsız otoparklar sağlam gelir kaynağıydı, bir yandan rüşvet çarkı, nizami çalışıyor, öte taraftan yeni kurban etiketiyle aralarına katılıyordu sıra sıra eski yapılar. Salt Süleymaniye ile sınırlı kalmadı haliyle, memleket sathına yayıldı, yak, yak, yak her şeyi yak kafası. Otopark dışında, hatırı sayılır iş merkezleri, alışveriş merkezleri, oteller, tatil köyleri de yangınlardan doğdu, hiç kuşkusuz.

Kundakçılık, çok ama çok eski bir meseledir, biline. Nasıl bir dilse bizimkisi, ayrı kelimeye zıt anlam yüklemekte tereddüt bile etmez. Bunun adı kundaklamak. Hem koruyup kollamak hem de yok olmasını sağlamak. Doğruluk payı da var, şüphesiz var, sahi en güvendiklerimiz, günü gelir olur katilimiz. Değil mi?
Lakin orman yangınları mevzusu, bambaşka seviye. Dev bir miksere hizmet etmek kaçınılmaz olabilir, provokatörlere gün doğabilir, insan kışkırtıldığıyla kalabilir. Aşı karşıtlığına benzer bir durumla baş başayız, kabul buyurun, böylesi pek önemli ve hata yapma lüksü olmayan işlerde, mesnetsiz, kanıtsız, altyapısız davranılmaz, harbiden bunun yükü ve neticesi ağırdır. Şu yaktı, bu yaktı, o yaktı. Buradan sonuca ulaşmak aslında basit ve kolay, kimin işine yaradıysa, kim bundan çıkar sağladıysa, kim yanan alana bir şey kondurduysa, eee suçlu da o olsun, bir zahmet.

Dünyanın kendi koyduğu kuralları var, kabul etsek de etmesek de. Tabiat ana, ta eskiden beri, bizler ortada bile yokken, yenilenmeyi severdi ve o kendini her koşulda güncelledi. Her ülkede ardı ardına birçok noktada yangın çıkıyorsa şayet, ormanların arada kendi küllerinden doğmak istediği de bilinmeli. İnsan eliyle çıkartılan yangın ile ağaçların hür iradesiyle başlayan yangınları aynı kefeye koymaktan vazgeçmeli artık.

Görüyoruz, dere yataklarına evler yapıp, sel felaketi diyoruz, çürük binalar kurup, deprem felaketi diyoruz, ormanlık alanların dibine yerleşip, yangın felaketi diyoruz, yeşille savaş açıp, aaa erozyon diyoruz, iç denizimize senelerce pislik boşaltıp, sonra deniz salyası sardı her yanı diyoruz. Sormak lazım, biz aslında ne yaptığımızı biliyor muyuz?

Sadece birkaç gün içerisinde 20’den fazla kentte yaklaşık 100 yangın çıkıyorsa eğer, tahmini sebepleri kadar bu yaygın alazla nasıl mücadele edeceğimizi de konuşmamız gerekmiyor mu? İklim değişikliği, çarpık yapılaşma, suç grupları, piknikçiler, orman köylüleri, liste uzar gider. Biz nasıl söndüreceğiz bu dev yangını, hızla ve kararlılıkla? Asıl mevzu budur, kesinlikle. Her sene en gözde turistik bölgelerimizde ormanlık alanlar yanmakta, yerini beton almakta. Yeşil orman yerine, gri bir orman, bize dayatılan budur, reddetmek dahil herhangi seçeneğimiz bile yoktur.

Manavgat, Marmaris, Fethiye, Köyceğiz, Bodrum ve diğerleri, resmen ateşle sınanırken ve memleket her sene bunca yangın yaşarken, söndürme amaçlı uçak ve helikopterlere daha çok yatırım yapmaktan neden kaçınıyor iktidar demeliyiz, tereddütsüz. Binlerce yapı, birkaç gün içerisinde ya tamamen yandı ya da kullanılamaz hale geldi. Canı yananlara koşmak, yaraları sarmak, amenna. Ancak alın size müjde, tek tip konutlar vereceğiz, hadi yine iyisiniz benzeri bir yaklaşım çözüm olamaz. Yangının verdiği gözdağını ortadan kaldırmıyor bu yeni beton işleri, endişe ve sıkıntı yine tam gaz sürecek. Sizler sorumluluktan kaçtıkça, bu dert derman bulmayacak, olan yine yiten canlara olacak.

Üstelik rüzgârın, nemin, sıcağın etkisiyle hızla büyüyen, dakikalar içerisinde kilometrelerce ilerleyebilen ve önüne çıkan her şeye sirayet edebilen bu kızıl tehdit ve tehlikenin, gelecekte de başa bela getireceği malum. O zaman daha neyi bekliyorsunuz ki? Bu artacak, çoğalacak, sevdiklerimizi bizden çalacak, besbelli.

Gündem konusunda, yurdumuzun süratine kimse ulaşamaz. Göçmen meselesi, sömürgeci batının soğuk ve vicdansız yüzünü yine ve yeniden resmederken, peşi sıra gelen yangın haberleri, bu büyük insanlık sorununu şimdilik öteledi. Büyük şair Turgut Uyar der ya; “Kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır”, evet öyledir, gerekirse acı da paylaşılır. Bizler baskı ve zor altında yaşayanlar, başkalarının baskısından kaçanlara düşman olamayız, olmamalıyız. Vahşi kapitalizmin yarattığı ağır yükü, doğumundan itibaren üstlenen yoksulların, birbirlerinin halinden anlaması, ortak bilinç oluşturması, yeni bir dil, yeni bir yol bulmasının zamanı çoktan geldi, hatta geçiyor. Pandemi koşullarında daha da bariz hale gelen fakirliktir bizim hayati meselemiz, Suriyeli, Afgan, Özbek ve daha nicesi, inanın burada yaşamak bile istemiyor, sadece bir ara durak, bu kadim toprak. Bizim gençlerimiz dahi fırsatı bulunca, terk ediyorlar doğdukları yeri, sonradan aramıza katılanlar niye dursun?

Suriyeliler plajlarımızı bastı, hunharca yüzdüler, artık hayli klasik oldu, Afganlar da ormanlarımızı yaktı diyebilirler her an, hiç şaşırmam. Çünkü külfetsiz hedef, onları suçlamak veya onlardan düşman yaratmak birilerinin işine gelir. Hem asıl sorumlular yani yönetenler, kolay lokma değiller, neden dikkatleri üzerlerine çeksinler?