ABD ne içiyorsa, aynısından istemek, bizi sarhoş etmesin, aman dikkatli olalım. Onlar tehlikeyle aralarına okyanus sokmuşlar, bizse olayların tam göbeğindeyiz

Canım memleket, “Gerçek Kesit” oldu

ALPER TURGUT

Tam malum cemaatin beyin yakan, saçmalığı fokurdatan televizyon kanalı Samanyolu’ndan kurtulduk, ohhhh be derken, tüh! tam tersi oldu, hemen her yerden Samanyolu TV doğdu. İşte “Tek Türkiye”, “Şefkat Tepe”, “Sungurlar”, “Nizama Adanmış Ruhlar” gibi ucuz hamaset dizileri bitti diye sevinirken, hopppp al sana milliyetçi duygulara oynayan “İsimsizler”, daha sırada, “Söz” ve “Savaşçı” var. Hamaset, milli refleksimiz olmuş, bir türlü tükenmiyor be gözüm!

Biz, “Kara Şahin Düştü” (Black Hawk Down – 2001) filmi, Amerikan özel kuvvetlerinin reklamını yapıyor, bu militarist bir propagandadır demiştik. Hatta dönemin ABD Savunma Bakanı ve Irak işgalinin mimarı Donald Rumsfeld, film için ordudan savaş helikopterleri ve profesyonel askerler tahsis ettik, yapımcılar da parası neyse verdiler diye, reklam kuşağı gerçeğini dillendirmişti. İsimsizler dizisi için, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan dört tim JÖH, Emniyet Müdürlüğü’nden de bir tim PÖH personeli görev almış. Askeri araçlar, silahlar ve mühimmat tahsis edilmiş, devletin askeri, polisi, her türlü yetkilisi, bu yeni gaz serüveni için resmen seferber olmuş. Sonra ver coşkuyu, sal tutkuyu, gelsin Mehter, gitsin Mehter, duygular şelale, barış da neymiş, savaş aygıtına destek şahane… Eee gardaşlar, biz birlikte yaşamayı, kamplaşmamayı, ayrı gayrı durmamayı nasıl başaracağız, sizin bu damar bulduk, bari bokunu çıkartalım plan ve projeleriniz ile, haydi söyleyiverin hele?

Kurtlar Vadisi kafası, Sakarya Fırat muadilleri, özetle bitmiyor, yine ve yeniden şekilleniyor. Memleket, yüzünü, gerçeğe değil, “Gerçek Kesit”e dönüyor. Nefes ve Dağ filmleriyle, ışığı gören yapımcı tayfası, gişelere koşulan Dağ 2’nin ardından, müjdeli mesajı alıyor; hah tamam, yürüyelim buradan. Haliyle bu süreç, safları sıklaştırmanın peşindeki iktidarın da hoşuna gidiyor, yapımcılar da şüphesiz cebi güzelce doldururuz, hatta taşırırız derdinde, oh ne ala, bir taşla iki kuş! Birileri memnun kalacak, diğerleri de mangırları cukkalayacak diye, oynanır mı memleketin bam teliyle, hassas dengeleriyle? Yeni nesillerin, aynı havayı soludukları akranlarına düşman olması mı hedefleniyor, ebedi dostluk yerine? Harbiden derdiniz ne sizin kuzum? Zaten bir bakıyorum sosyal medyaya, hayır diyenleri gebertelim diyen mi ararsın, başka milletlere yaşam hakkı tanımayalım diyen mi ararsın, kılıç kuşanan mı ararsın, pompalı tüfek ile poz verenler mi ararsın, başkalarının acısına, kin kusan mı ararsın, var, hepsi var, her türlüsü var, ziyadesiyle var, tıka basa var, gerçeğin algısını yıpratacak kadar var. Darbe girişimi sırasında, tatlı canını, tereddütsüz ortaya koyan Ömer Halisdemir’den pasta yapmak kadar, lüks siteye adını koyacak kadar, acıklı bir ucuzluğun içerisinde debeleniyoruz. Tüketim çılgınlığı denen garabet, ağrı, acı, sancı, yas, matem dinlemiyor. Ne yazık ki…

Designated Survivor (2016) adlı Amerikan dizisini seyrediyorum, kongre binası havaya uçuruluyor, ABD başkanı dahil, hemen hemen tüm üst düzey yetkililer ölüyor, başkanlık sıralamasında neredeyse sonuncu olan bir adam, zoraki görevi üstleniyor. Elbette önce dış mihraktan şüpheleniliyor, haydaaaa, onlar paravan, iç mihraklar, kanlı ve karanlık senaryonun arkasında… Hımmm ne kadar benziyor değil mi bu hikâye, bizim gerçeğimize? Şimdi bizim ekranları sarmakta olan diziler de, doya doya sinsi, gizli, tehlikeli cemaat mensuplarını ve onların yarattığı büyük belayı işleyecekler.

Elbette karşı değilim, bu gaddar, bu zalim, bu karanlık, bu kirli, bu bel altı dâhil her türlü pisliği üreten, insanlarımızı tehdit eden, masumları cezaevlerine iten şebekenin, keşfedilmesine, gösterilmesine, resmedilmesine… Lakin pek sevgili senaristler, bu tehditkâr oluşuma yol verenler, destekleyenler, savcılığını üstlenenler, ne isterlerse kabul edenler de olacak mı metinlerinizde? Hiç sanmıyorum, hiç! Gündelik haberlerden işinize gelenleri tersyüz etmek, çok kolay, misal açılım sürecini, Oslo görüşmelerini, akil insanları, hendekleri, biriken silahları, yıkılan ilçeleri, atılan tibitleri, yollanan mektupları, bir ağızdan söylenen türküleri de senaryonuza katsanız ya, böylece ne havada kalır, ne de yarım yamalak olur biricik dizileriniz. Nereden nereye geldik, verilen sözler nasıl uçtu, ne ara savrulduk, hepsini görmüş ve bilmiş oluruz. Değil mi ama? Duyamadım, tekrar söylesenize, neeeeee, yav he he mi dediniz? Ah! Kıyamam.

İşte efendim, çok da değil, bundan beş sene önce, iktidar partisinin öne çıkan isimleri, memleketimin cılız muhalefetinin, ABD güdümlü Pensilvanya Ağası Fethullah Gülen’in sinsi yandaşlarının, devlete sızmasına (pardon, devlet onlara sızmıştı), kamudaki büyükkkkk kadrolaşmasına tepki göstermesiyle resmen alay ederek; “Cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış bunlar kargaları güldürür” diyorlardı. Utanmadan, sıkılmadan, gerçeğin eninde sonunda ortaya çıkacağını hesaba katmadan… Hayvanlar âleminin mevzuya dahli büyüktü, üstelik beton ülkesinde… Trafo sevdalısıyla yanıp tutuşan haylaz kediler, görev için bekleşirken (sandıklara sahip çıkalım), kargalar durmadan ve çaktırmadan sırıtıyordu. Sonra öykünün sonu kandırıldık ile bağlandı da, sessizce kıkırdayan bilge kargalar, topluca kahkahayı koyuverdiler. Çakallar, sıçanlar falan filan da var söylemlerde, lakin konu dağılır, özetle son gülen iyi güler, karga arkadaşlara sevgiler.

canim-memleket-gercek-kesit-oldu-267345-1.

ABD ne içiyorsa, aynısından istemek, bizi sarhoş etmesin, aman dikkatli olalım. Onlar tehlikeyle aralarına okyanus sokmuşlar, bizse olayların tam göbeğindeyiz. Ortadoğu’nun kanı, petrolle yarışırcasına akıyor, ABD ordusunun, Irak’a demokrasi götürme ayağına, işgale başladığı günden beri, yüzlerce intihar saldırı olmuş bu kadim topraklarda, herkesin eli, herkesin cebine girer olmuş. Ateş bacayı sarmış, bedel ödüyor halklar, karada üstlerine bomba yağıyor, denizde boğuluyorlar. Gazete ve televizyon haberleri, ölen gencecik insanlara dairken, temizlik baskınları başlar, kalkan operasyonları biterken ve asıl olan bunca yakıcıyken, yetmemiş gibi, diziler sayesinde kurmacaya bulamak, sağlıklı olan her bireye, yeter be arkadaş, artık acılarımızla oynamayın, üstünden çıkar sağlamayın dedirtmez mi? Gençlerimiz ölüyor, tez çözüm bulalım demek, çok mu zor?

Bir diğer sorunumuz da, geçmişe duyulan hasret olsa gerek, tarihimizi bunca özlersek, iyi ve güzel bir geleceği nasıl kuracağız? Halkımızın sekülerleri, Vatanım Sensin’de Kuvayı Milliye ruhunu görürüz diye, ekrana kilitlenmekte, zalim senaristler, bu tutkunun üstüne, aşk iksiri boca etmekte, meseleyi, bile isteye sündürmekte. Muhafazakâr halkımız ise, ya Diriliş, ya da Abdülhamit dizesine yönelmekte, seve seve… Hah! Unutmadan, aldığım bir duyuma göre, Fatih Sultan Mehmet dizisi hazırlıkları başlamış. Kanuni Sultan Süleyman’ı zaten seyretmiştik, sırada Yavuz Sultan Selim var, anladığım kadarıyla… Pek sevgili, yapımcılar, yönetmenler, senaristler, 36 padişah var, Osmanlı’da, hepsini hayata geçirin bir zahmet. Ha! Bazılarını yapmasak da olur mu dediniz, sesiniz pek cılız çıktı, işitemedik.

Dizilerde oynayan arkadaşlara lafım yok ha, yanlış anlaşılma olmasın hani, çoğu oyuncunun işsiz olduğunu, geçim çarkını çeviremediğini biliyorum. Sanat ve kültür alanının, bunca daralması, sizlerin değil, erki elinde tutanlarla, onlara yakın duran veya içlerinden çıkan yapımcı ahalisinin eseri. Evlilik programları, hamaset dizileri, ergen tribününe oynayan işler, güldürmeyen komiklikler, güldüren dramlar, harbiden, televizyonlarda izlenecek ne var?

Tam yazıyı bağlayacaktım, Halit Akçatepe bu diyardan göçmüş dediler. Üzüldük be abi, çocukluğumuzdan bir parça daha bizi terk etti, kopup gitti. Güdük Necmi, Hababam Sınıfı (Rıfat Ilgaz ustamıza saygılar) gibi, bizi ayırmayan, sarıp sarmalayan bir ölümsüz eser bıraktığınız için teşekkürler, iletirsen seviniriz, İnek Şaban’a, Damat Ferit’e, Hafize Ana’ya, Domdom Ali’ye sonsuz sevgiler. Solcusu, sağcısı, ortada duranı, uçta kalanı, sahiplendi bu haylaz, bu sıcak, bu sevecen sınıfı, bağrına bastı, asla sıkılmadı, onun gibisini hep aradı. Bizi bölen değil, birleştiren, bizi dağıtan değil, toparlayan, bizi azaltan değil, çoğaltan yapıtlara ihtiyacımız var. Ve Halit Abi, Güdük Necmi’ye eyvallah, ancak sen, bu güzelim ülkenin, en iyi filmlerinden biri olan, dramın ve insanın harman olduğu Canım Kardeşim’de, sergilediğin unutulmaz performansla aklımda kalacaksın. Usumda, kanından, canından olmayan Küçük Kahraman için resmen didinen, onun için harekete geçen, elinden geleni esirgemeyen, bir büyük arkadaşlık anıtı olarak duracaksın. Uğurlar ola!