Bunlar hiç utanmıyorlar; demokratik açılım falan diyorlar. Bir pankart yüzünden iki genç 19 ay hapis yattı...

Bunlar hiç utanmıyorlar; demokratik açılım falan diyorlar. Bir pankart yüzünden iki genç 19 ay hapis yattı. Evvelsi gün de, 5-6 polis, tek bir öğrencinin boğazını sıkmak için sıraya girmişti, ‘reis’lerinin konuşma yaptığı üniversitenin bahçesinde. Bunlar, Dilşat’ın da kemiklerini kıranlar; 20-25 kişilik bir güruh hâlinde: Dilşat; hani şu, başbakanın kadın mı kız mı olduğunu bilemediği ‘kız’. Polisin çocuğunu düşürttüğü kız ise başbakanın gözünde, mutlaka daha makbûl bir gösterici: Kadın mı, kız mı olduğu konusundaki merakı polisi marifetiyle giderilmiş vaziyette.

İlginçtir, başbakanın Nuray Mert’in kadın mı, kız mı olduğu konusunda bir merakı yok; kendisi için ‘güya bayan olacak’ diyor. Bu defa merak etme sırası bize geliyor: Bayan olarak, ‘bay’lardan farklı neler yapıp neleri yapmaması gerekiyor? Daha da önemlisi, ‘bayan’larla ‘bay’ların neyi yapıp neyi yapmaması gerektiği konusunda kendisinin karar verebileceğine nasıl hükmedebiliyor? Kendi döneminde kadın cinayetlerinin on beş misli artmasının yanı sıra, katillerin de iyicene pervasızlaşmasında kendisinin bir rôlü olup olmadığına bakmak hiç aklına gelmiyor mu? Tabiî bu, nafile bir soru: Öfke, kendisi için bir ‘belagat sanatı’; öfke söylemi aracılığıyla insanları kin ve intikam duygularına sevk etmek, siyaset ‘usta’larına mahsus bir maharet.

İmam bunu yaparsa, cemaat neler yapmaz ki? Bir kadın var; yazı falan yazar; ama, son dönemde kısmeti bir açıldı, pir açıldı: Önce, kendisine muhteşem bir koca buldu; şimdi ise, artık televizyonlarımızın en yeni ve en parlak gülü. Gülümüz, kadın haklarından yana;  kocası tarafından öldürülen kadının fotoğrafını Haber Türk sürmanşetine koydu diye, insanlığından utanmış. Oysa, böyle bir şey olanaksız; zira, kendisi henüz ‘insan’ kavramına ulaşmış değil; insanları mezheplerine/dinlerine/etnisitelerine göre değerlendirip kategorize ediyor: Farkında değil ve hiçbir zaman da olamayacak gibi ama, aslında tam bir ırkçı, dolayısıyla hem ayırımcı hem de bölücü; imamının yolunda, etrafa nefret saçıyor.

Aynı sürmanşet hakkında, adı ağzına çok büyük gelecek başka bir kadın yazarın söyledikleri de midesini bulandırmışmış: Her şeyden önce şunu bilmeli ki, kendisi ve benzerleri, asgarî edep, haya ve zeka sahibi olan herkeste mide bulantısından daha ciddî fizyolojik tepkimelere yol açıyorlar; bağırsakların aniden harekete geçmesi gibi. Bunlar aynı anda hep birlikte saldırıyorlar, kime saldıracaklarsa, eskinin Sovyet sirklerini hatıra getiren mükemmel bir disiplin içinde.

Disiplin dediysek, aklınıza homojenlik gelmesin; tam tersine, çok zengin bir eda, tarz ve görüntü çeşitliliği sergiliyorlar: Vuruşkanı da var aralarında, nazlısı da; çaylağı da var, kaşarlanmışı da…

Belki çok alâkasız; ama, ben tam bu noktada, otuz-otuz beş yıl öncesinin Dikmen sırtlarını hatırlıyorum, özellikle de Sokullu Mehmet Paşa’ya bakan yanını: Çok az sayıda, en fazla sekiz on modern bina, o da en çok dört katlı; geri kalanı gecekondu tarzı evler; hepsi de oldukça geniş bahçelerin içinde; yani, aslında bir nevi villa. Ortada tek bir cadde, en fazla üç arabanın yan yana sığabileceği genişlikte, hemen her noktasında oldukça dik bir yokuş; on on beş dakikada bir ancak bir iki vasıtanın geçtiği; yan sokak diye bir şey ise hiç yok. Ve sürekli hareket hâlinde onarlı onbeşerli köpek grupları: Finosundan kangalına ve de hatta Saint-bernard’ına, bazıları belki bir zamanlar bir diplomat evinin prensi/prensesi olmuş, bazıları ise değil zengin evi gecekondu yüzü bile görememiş; ama sonuçta hepsinin kaderi sokakta birleşmiş düzinelerle köpek; arada bir kendi aralarında en fazla iki üç dakikalığına dalaşsalar bile kesinlikle birbirlerinden ayrılmadan çöplük çöplük dolaşırlar, diyelim aralarından biri oralarda otlayan bir ineğe doğru yöneldi, hepsi birlikte sanki ilk defa inek görüyorlarmış gibi hayvanın etrafında toplanıp merakla seyrederler; ama bu merak en fazla beş altı dakika sürer; grup tam dağılır gibi olurken, bu sefer de caddeden bir araba  veya motor sesi gelir; hepsi birden sesin geldiği yöne dönüp kulak kabartmışken, arkadaşlarından birinin caddeye doğru seyirtmesi, hepsinin birden onun peşine takılmasına yeter; baktılar ki, geçen, kendilerinin yetişebileceği kadar yavaş seyreden bir araç, diyelim Dikmen’e doğru tırmanan yüklü bir kamyon ya da motorlu bisikletimle ben veya benim türümde bir canlı, grup yeniden sıklaşır, tabiî yine en fazla dört beş dakikalığına, onun etrafında; ama, hiç mi hiç saldırmadan; bazen bir ikisi havlamaya yeltense bile, grubun kendilerine katılmadığını görünce onlar da, hemen keserler seslerini…

İşte bunları hatırlattı, kesinlikle midesiz olduğunu düşündüğümden, midesinin bulandığına da inanmadığım bayan ile familyasının sergilediği fıtrî disiplinlilik/disiplin içinde çeşit çeşitlik. Ama, sakın yanlış anlaşılmasın; bir kere çok masumdu, benim Dikmen’deki canlılarım; ayrıca da sadece kendi nafakaları peşinde, yani karınlarını doyuracak kadar; dolayısıyla, hem çok medenî, hem de efendi.