Cannes 2019: Altın Palmiye’ye saatler kala…

On iki günlük maraton sona eriyor. Bu akşam (Cumartesi), ödül töreninde Jüri kararını açıklayacak. Ardından da, Fransız yönetmenler Eric Toledano ve Olivier Nakache’nin, otistik gençlerin öyküsünü anlattığı ‘Hors Normes’ (Sıra Dışılar) adlı filmi gösterilecek. Festivalin Sanat Yönetmeni Thierry Fremaux‘nun 21 film seçtiği ana yarışmanın düzeyinin bu yıl oldukça yüksek olduğunu söyleyebilirim.

Gençlerle ustaların yan yana yarıştığı, sinemanın farklı türlerine (genre) yer veren zengin bir program vardı karşımızda. Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu’nun başkanlığındaki Jüri’nin hangi filmleri öne çıkaracağını tahmin etmek kolay değil. Ama, hemen herkesin üzerinde anlaştığı tek bir film var: Bir film yönetmeninin dünyasını anlatan ve Pedro Almodovar’ın kişisel yaşamından izler taşıyan ‘Dolor y Gloria’ (Acı ve Zafer). Almodovar’a bugüne dek Altın Palmiye verilmediğini de düşünürsek, Palmiye’ye ulaşmasının zor olmayacağını söyleyebiliriz.

Güney Kore’den bir kara komedi

Almodovar’ın en önemli rakibi ise, Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho, kanımca. Önceki yıl yarışmada yer alan ve Netflix yapımı olduğu için eleştirmenlerce yuhalanan ‘Okja’nın yönetmeninin yeni filmi ‘Gisaengchung’ (Parazit), ustaca kotarılmış, ülkesindeki sınıf çatışmasını traji-komik bir öykü çerçevesinde ele alan bir kara mizah örneği. Tahminim, Altın Palmiye olmazsa Yönetmen ödülünün bu filme gidebileceği yönünde.

Festivalin ilk günlerinde politik yönleri ile öne çıkan filmler izledik, ama sonrasında kişisel dramalar ve tür filmleri geldi arka arkaya. Çoğunluğu, iyi yapılmış ama yeni bir şey söylemeyen, sinema diline bir yenilik getirmeyen filmlerdi. Diao Yinan’ın yönettiği Çin filmi ‘Nan Fang Che Zhan De Ju Hui’ (Vahşi Kazlar Gölü), Fransız yönetmen Arnaud Desplechin’in ‘Roubaix, Une Lumiere’ (İngilizce adıyla ‘Oh Mercy!’) fetsivaldeki kara-film (film noir) örnekleri arasında yer alıyordu.

Fransız sinemasında genç kuşak

Fransız sinemasından yedi film seçilmişti yarışmaya. İkisi, Afrika kökenli yönetmenlerin ilk filmleriydi: Mari Diop’un ‘Atlantik’ ve Ladj Ly’nin ‘Les Miserables’ (Sefiller). Günümüz Fransız toplumundaki eşitsizliği, göçmen gençlerin dünyasını başarı ile yansıtan ve benzer bir temayı Desplechin’in filminden daha iyi işleyen -İlk filmlere verilen Altın Kamera Ödülüne de aday olan- ‘Sefiller’ ve tıpkı Almodovar gibi aşk ve yaratıcılık ilişkisini yorumlayan Celine Sciamma’nın ‘Portrait de la Jeune Fille En Feu’ (Tutuşan bir Genç Kızın Portresi), ödül listesinde görebileceğimiz Fransız yapımları arasında.

Sciamma, iki kadın arasında gelişen tutkuyu anlatıyor, etkileyici bir görsellikle… 2013’te ‘Mavi, En Sıcak Renktir’ filmiyle Altın Palmiye kazanan Cezayir asıllı Fransız yönetmen Abdellatif Kechiche, ‘Mektoub, My Love: Intermezzo’ adlı dört saate yaklaşan filminde, bir kez daha gençliğin coşkusuna ve kadın cinselliğine vurgu yapıyor. Festivalin son günü izlenecek son film olan, Justine Triet’nin ‘Sibyl’inin de bir kadın filmi olacağı anlaşılıyor. Bir kadın psikoterapistle, oyunculuk kariyerinin başlarındaki genç kadın hastasının ilişkisini anlatmış Triet.

Cinsiyet çeşitliliği açısından elinden geleni yaptığını söylüyordu Fremaux, basın toplantısında. 21 filmde 4 kadın yönetmen, övünülecek bir şey olmasa gerek… Yarışmada, üç kadın yönetmenle Fransa başı çekerken, tabloyu Avusturyalı Jessica Hausner tamamlıyordu. Hausner’in bilimkurgu ve komedi türlerini buluşturan ve canlıların genleriyle oynayan bilim insanlarını eleştiren filmi, derdini doğru dürüst anlatamayan bir yapım.

Bu kadar çok Fransız filminden bir-iki ödül çıkması sürpriz olmaz. Tahminim, Sciamma’nın filminin bir Jüri Özel Ödülü ile değerlendireceği yönünde. Kadın oyuncu ödülünün de Fransız yapımlarından birine gitmesini bekliyorum. Sciamma’nın iki kadın oyuncusu Noemie Merlant ve Adele Haenel, yarışmadaki yedinci Fransız yapımı olan, Amerikalı Ira Sachs’ınn yönettiği ‘Frankie’deki rolü ile Isabelle Huppert, ‘Atlantik’in Senegalli oyuncusu Mama Sane, ‘Sibyl’i canlandıran (önceki filmlerindeki başarısına dayanarak söylüyorum) Virginie Efira ilk aklıma gelen isimler…

Bellochio derin devlete karşı

Seksen yaşındaki İtalyan usta Marco Bellocchio, yarışmanın son günlerinin en güzel sürprizi olan ‘Il Traditore’ (Hain) filmiyle, formundan hiç birşey kaybetmediğini gösterdi. Arada zayıf filmler yapsa da, ‘Cepteki Yumruklar’dan bu yana politik tavrından taviz vermeyen Bellocchio’nun bir mafya filmi ile karşımıza gelmesi şaşırtıcı değildi. Elbette, konusuna bir aksiyon filmi gibi yaklaşmamış usta yönetmen. 1980’lerin başında, uyuşturucu pazarının paylaşımındaki anlaşmazlık nedeniyle dehşetli bir savaşa girişen mafya babaları arasındaki çatışmanın arka planını, İtalyan derin devletinin bu işlerdeki parmağını gün ışığına çıkartan bir film yapmış. Film, mafyanın önemli adamlarından Tomasso Buscetta’nın Corleone çetesi karşısında yenilip, yurtdışına -Brezilya’ya- kaçmasını ve ünlü İtalyan savcı Giovanni Falcone ile işbirliği yaparak, mafya liderlerinin ipliğini pazara çıkartmasını anlatıyor. Buscetta rolünde Pierfrancesco Favino, Erkek Oyuncu dalının en güçlü adayı kanımca.

Politik temalar

Yarışmadaki politik temalar içeren filmler arasında, önceki yazımda sözünü ettiğim, Terence Malick yapıtı ‘A Hidden Life’ (Saklı Bir Yaşam), Ken Loach’un ‘Sorry We Missed You’ (Üzgünüz, size ulaşamadık), Ladj Ly’nin ‘Sefiller’ adlı filmlerini sayabilirim. Ödül listesinde bu filmlerin yer almasını istiyor gönlüm… Dardenne Kardeşler’in ‘Jeune Ahmed’i, ülkemiz açısından da önem taşıyan, radikal İslamcıların ağına düşen göçmen gençlerin dünyasını gerçekçi bir bakışla yansıtan bir film. Eleştirmenlerin yıldız tablosundaki notları oldukça zayıf, ama jürinin nasıl bakacağı belli olmaz… Son günlerde izlediğimiz, günümüz dünyasındaki ‘absürd’ü yansıtan bir ilginç yapım, ‘It Must Be Heaven’ (Cennet Olmalı) Filistinli yönetmen Elia Suleiman’ın imzasını taşıyor. Yönetmenle yaptığımız söyleşiyi sonraki bir güne bırakalım ve bakalım bu akşam Jüri hangi filmleri ödüllendirecek.