Yıllarca söylendik durduk, Cannes’da (ve genel olarak dünya sinemasında) kadın başrolleri, hatta önemli rolleri az diye... Bu yıl hem mizah ve komedi dozu yüksek, hem de ilk kez kadınların bu denli ön planda olduğu filmler izledik.

Pedro Almodovar’ın ‘Julieta’sı merakla beklenen filmler arasındaydı, zira film gelmeden haberi gelmişti: İspanyol usta ‘Annem Hakkında Her Şey’, ‘Konuş Onunla’, ‘Volver’ gibi bizleri çok etkilemiş “kadın dramlarına” dönüş yapıyordu. Kanadalı yazar Alice Munro’nun üç ayrı öyküsünden uyarlanan film, mutlu bir eş ve anne olan Julieta’nın yaşamının sevdiği erkeğin ölümüyle altüst olması ve ayakta kalmasını sağlayan ergen kızının yıllar sonra onu cezalandırarak kaybolmasını anlatıyor. Ölüm, tesadüf, kayıp, unutma ve bolca suçluluk duygusu arasında giden Julieta’nın hayatında iki farklı dönemi anlatıyor. Arka fonda da her an her yerde bir sır saklı. Otuz yıl arayla dönemden döneme, gizli kutudan diğerine geçerken, Almodovar insanlar arasındaki ilişkilerin kırılganlığı incelikli bir ustalık sergiliyor. İlkinde atladığımız ayrıntıları ikinci bir seyirde yakalama isteği uyandıran filmin ödül listesinde yer alması olası.

Aynı gün resmi seçkide ikinci kadın filmi Brezilya’dan geldi: Kleber Mendoça Filho’nun ikinci uzun metrajlı filmi “Aquarius”u. Yaşına rağmen hâlâ zarif ve güzel Sonia Brava’nın başrolde olduğu “Aquarius”, emekli müzik eleştirmeni Clara’nın 1940’larda inşa edilmiş özel bir bina olan “Aquarius”taki dairesini zorla satması için baskı, şantaj ve büyük hasar veren kentsel dönüşüm (!) amaçlı inşaat mafyasına karşı verdiği mücadeleyi ve direnci anlatıyor. Bir ara gerilim filmi, bir ara sosyal mücadele filmi, bir ara da aile dramı olan film iyi başlasa da gereksiz uzunluğuyla seyirciyi yarı yolda kaybediyor.

cannes-da-kadinlar-yili-139121-1.

Günün üçüncü ve son kadın filmi Filipinli Brilliante Mendoza’nın “Ma’Rosa”sı idi. Mendoza’nın dünyası ve filmleri izleyenleri genelde ikiye ayrılır, ya bizler gibi seversiniz, ya da genelde uzak durursunuz. “Ma’Rosa” bağımlı kocasını ve dört çocuğunu cengaverce idare eden bir büfeci kadının, ailesini geçindirmek için arada da uyuşturucu satmaktadır. Mendoza filmlerinin alametifarikası Manila’nın kaotik ritmi içinde yaşayıp giden Ma’Rosa ve kocası rüşvetçi polisler tarafından sorguya götürüldükten sonra, kirli polislerin istediği meblağı bulmak çocuklarına kalır. Bu filmde Mendoza’nın geçmiş üç filminden esintiler mevcut: “John John”, “Serbis” ve “Kinatay”. Ancak yönetmen alıştığımız şiddet dolu sahnelerden kaçınmış. Keyifle izlesek de, ödül iddiası yok bizce.