Festivalin ilk gününde açılışı yapan Desplechin’in yarışma dışı filmi hayal kırıklığı yaratırken, Zvyagintsev 'Sevgisiz' ile Cannes’a yaraşır bir yarışma başlattı

Cannes Festival’i  Zvyagintsev’le başladı

Yıllardır Cannes Festivali yarışma dışı gösterilen hafif ve/veya keyifli (örneğin Woody Allen’le) filmlerle açılırken, bizlere on iki günlük maratona başlamadan önce yumuşak geçiş yapmamızı sağlıyordu.

Bizim de genelde her filmini beğendiğimiz, Fransızların parlak çocuklarından Arnaud Desplechin’in "Les Fantômes d’Ismael-İsmail’in Hayaletleri” bu kuralı fena halde bozdu. Ve bu yılki seçkiye ağır, uzun, karanlık ve bir o kadar da zor bir başlangıç yapmamıza neden oldu.

Başrolünü Desplechin’in fetiş oyuncusu Mathieu Amalric’in, Fransız sinemasının 40’lı yaşlarındaki iki kadın yıldızı, Marion Cotillard ve Charlotte Gainsbourg ile paylaştığı filmde yönetmen iki saat boyunca bizleri nereye götürmek istediğini bilememiş, öyküyü nasıl bağlamak istediğini ve en önemlisi, filmin janrına karar verememiş ve böylece ilk kez üstünde uzun uzun yazmaya değmeyecek bir eser çıkartmış.

Zvyaginstev’den Rusya eleştirisi
Rus sinemasına 2003’teki 'Dönüş' ile yepyeni bir soluk getiren ve filmografisinin çıtasını hiç düşürmeden sürdüren Andrey Zvyagintsev, 2014’te Cannes’dan En İyi Senaryo ödülü ile dönen 'Leviathan'dan sonra, bizce bir kez daha aynı ödüle aday. 'Leviathan’da Rusya’da devlet, mafya ve kilise ilişkisini eleştiren Zvyaginstev, bu kez aile kurumu üzerinden Rus devletinin 'sevgisizliğini' acımasızca eleştiriyor. Boşanmakta olan ve sürekli kavga eden bir çift, aslında çoktan bir sonraki hayatlarını hazırlamışlardır. Yeni sayfaya geçmelerine tek engel oğullarıdır ve sürekli 12 yaşındaki çocuğu birbirlerine pas etmek için kavga ederler.

Bu sevgisizlik savaşının ortasında kalan çocuk kaybolmayı seçer ve böylece çift, ilk kez çocuklarının bir bez bebek değil, insan olduğunu hatırlarlar. Aile kurumunu parçaladıktan sonra, yönetmen filmin devamında Rus devletinin vatandaşlarına olan sevgisizliğini ve ilgisizliğini birçok metafor ile anlatıyor.

Devlet politikası olarak dezenformasyon, sanayi sonrası toplumlardaki bilgiyi kendi çıkarı için kullanma, yabancılaşma ve bencillik eleştirisi, ince işlenmiş bir senaryo ile şamar gibi etkili olmuş. AKUT benzeri bir gönüllü çocuk arama ordusunun başındaki 'koordinatör' ise bu sevgisizlik tuzağından çıkmanın bir yolunu, yani herhangi bir çıkar beklemeden başkaları için ilgilenmenin bir seçenek olduğunu gösteriyor. Hikâye basit görünse de, sağlam bir senaryonun inceliklerini yakalayabilmek için yakın zamanda bir kez daha izlemek isteriz.

Vanessa Redgrave’den Göçmen Krizi Belgeseli
80 yaşındaki İngiliz oyuncu ve aktivist Vanessa Redgrave, ilk (ve belki son) yönetmenlik denemesini göçmen krizi üzerine çekmiş. Shakespeare’in Fırtınası’ndan alıntılarla bezenmiş 'Seasorrow-Deniz Kederi'nin fikri Redgrave’e Bodrum sahiline cansız bedeni vuran Alan Kurdi’nin fotoğraflarını gördükten sonra gelmiş. Hâlâ angaje bir star olduğunun altını çizen film, geçen sene Cannes’da yarışan Sean Penn’in Türkiye’de 24 Mart’ta vizyona giren 'Gerçeğin İki Yüzü' ile bir başka çekişme içinde adeta. Zira Penn’in filminde Dünyanın Doktorları örgütü öne çıkartılmış iken, Redgrave’in filmi ise Sınır Tanımayan Doktorlar reklamına dönüşmüş.