Birçok kimse hâlâ “normal bir ülkede yaşıyor olsak…” diye başlıyor ve hiç yapılmayacağını bildiği halde yapılması gerekenleri sıralıyor: Normal bir ülkede, yok savcı şöyle yaparmış, yok meclis böyle yaparmış, yok daha neler!

Tabii ki “normal” bir ülkede, Sedat Peker’in, Sezgin Baran Korkmaz’ın iddiaları nedeniyle, her bir şey kökünden sarsılır. Oysa fırtına esiyor, sarayın bahçesindeki ağaçlarda yapraklar bile hiç kımıldamıyormuş gibi rol yapıyor.

Şimdi “milletvekili olmayan bir siyasetçi” ve nedense (!) ismi hiç gündemden düşmeyen Metin Külünk 17/25 Aralık hadisesi hakkında “İnsanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edilmiştir” dememiş miydi? Hatta “Bu anlamda Diyanet İşlerine çok ciddi görev düşüyor. Siyasilerin yolsuzluğu, günah işleme özgürlüğüdür. 17 Aralık operasyonu Allah’ın hududuna müdahaledir” diye cilasını bile çekmişti.

Gerçi artık günah münah da umurlarında değil. Hani, mutaassıp bir kadını düğünde oynamaya zorlamışlar. Önce naz etmiş, ısrarlar üzerine yerinden kalkmış, “Allah’ım günah yazma” diye mırıldanarak gönülsüzce oynamaya başlamış. Tam o sırada müzik hızlanmaz mı? Kadın kendini müziğe kaptırmış ve “Allah’ım biraz yaz, biraz yazma” diye sürdürmüş oynamayı. Oynadıkça açılmış, açıldıkça coşmuş ve bir yandan şıkır şıkır oynarken bir yandan da avaz avaz bağırmaktaymış: “İster yaaaz, ister yazmaaaa!” Şimdikilerin ruh hali aynen böyle… Çünkü onların normali de işte böyle...

SAVUNMASIZLIĞI TEKLİF ETMEK

Elbette yine “normal” bir ülkede bir katil elini kolunu sallayıp Deniz Poyraz’ı öldüremezdi. Anormal bir ülke olduğumuzdan HDP’nin İzmir il binasına yapılan saldırı hakkında her cenahtan “provokasyon” tespitleri hemen öne çıktı. Neyse ki mesela KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır “Provokasyon değil, örgütlü faşist saldırı” diye gereken tepkiyi gösterdi. İyi niyetli olanlar bir yana, cinayeti provokasyona bağlayıp aman provokasyona gelmeyelim demek, faşist saldırılar karşısında savunmasız kalmayı teklif etmektir. Aman provokatörler provokasyona gelmesin demektir!

Şimdiki mezhepçi faşizm, askeri diktatörlük biçimindeki faşizmlerden, mesela 12 Eylül’den daha tehlikeli; çünkü sadece devlette kurumlaşmakla kalmadılar, toplumda da örgütlendiler. İdeolojisi doğrudan mezhep ve ırk referanslıydı ve böylece arkalarında toplumun büyük bir kesiminin olduğu restini çekebilmişlerdi. O büyük kesim kendisinden uzaklaşmaya başlamış olsa bile sadece devlette değil toplumda da tarikatlaşmış, kurumsallaşmış olmaları ve paramiliter güçleri sayesinde rest çekmeyi sürdürüyorlar. T24 sitesinde Mehmet Y. Yılmaz da uyardı: “Libya’daki yabancı askerlerin geri çekilmesi yakında başlayacak ve ipten kazıktan kurtulmuş bir sürü şeriatçı ÖSO askeri TC vatandaşlığına geçirilip, bir de hepsine maaş bağlanacak. Rejimin, bu insanları gelecekte ‘paramiliter güç’ olarak kullanmak isteyebileceğini düşünmemiz için çok neden var.”

Son HDP saldırısıyla hemen akla tabii ki 2015 Haziran ve Kasım seçimleri arasında olup bitenler geliyor. O süreçte tecrübe kazandılar. Ama muhalefet de tecrübe kazandı ve yerel seçimlerde dejavu kâbusunun yaşanmasına pek fırsat vermedi. Onların niyeti ise yine belli: “Seçim sonuçlarını Anadolu Ajansı’na açıklatırım ve YSK’ya da onaylatırım, itiraz edenin tepesine de sokaktaki güçlerimle binerim.”

DOĞAÇLAMALAR ÖNE ÇIKABİLİR

Bütün bunları sizler de biliyorsunuz. Ama tekrarlayıp duruyoruz işte. Ne yapmak gerektiğini de biliyorsunuz. İş “nasıl yapmalı” sorusuna gelince çetrefil ve belirsiz hal alıyor. Bir köşe yazısında ahkâm kesmek yerine yine de bazı şeyleri hatırlatmak belki işe yarayabilir. 2015 Kasım seçimleri sürecinde de yazmıştım: Kaos (kargaşa) beklentisinin ağır bastığı konjonktürde, genelinde sol muhalefet bakımından da bir nevi doğaçlama bir hat izlenebilecek gibi bir döneme giriliyor. Doğaçlama çözümlere ihtiyaç duyulduğunda, ‘yaratıcılık’ da öne çıkar. Elimizdeki araçları, ne varsa hepsini, belki de öngördüğümüzden başka işlevler yükleyerek kullanabilmek bir çözüm olabilir. Hani hep yaparız ya, tornavida bulamadığımızda, mesela bıçağın kenarıyla vidayı sıkıştırırız, işte öylesine. Bilhassa muhalefetin çoğul ve birleşik tarzıyla çalışmak, farklı fikirlerden beklenmedik ve doğaçlama çözümlerin ortaya çıkmasına da imkân tanıyacaktır. Gidişat giderek daha da keskinleştiğinde, asıl yapılması gerekenler yanı sıra, direniş yönünde doğaçlamalar öne çıkabilir ve buna da mutlaka ekonomik krize yönelik dayanışmaya dair doğaçlamalar eşlik edebilir.

Çünkü yine ve yeniden kendimizi daha da kötüsünün geleceğine hazırlamaktan başka çaremiz yok.