Hayır’ın devrimci gücüne hiç olmadığı kadar ihtiyacı var bu memleketin. 16 Nisan öncesi hayır bir potansiyeldi, bir itirazdı fakat bugün ise hayır etkili bir siyasi dilin ve bütünleştirici bir programın başlangıcı; Türkiye halklarının bir arada yaşama umudu… Emperyalizmin kaleleri sağ popülizm ile neoliberalizm arasına sıkışmışken, Ortadoğu mezhep savaşlarında geleceğini yitirip yeni savaşlara gebeyken, Siyasal İslam memleketi kuşatırken bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu Hayır’ın ilerici ucuna omuz vermek. O devrimci uç, restorasyon ya da demokratik konsolidasyonu değil; Hayır’ın Türkiye’sini tabandan inşa etme iradesinin somutlaşması anlamına geliyor.

Olağanüstü hal rejimine alışmak, en büyük tehlike bu! Türkiye fiilen 7 Haziran seçimlerinden bu yana olağanüstü halin norm haline geldiği bir düzenin içinde debeleniyor. Siyasi aktörler ve kitleler de adım adım bu rejimin dayattığı yaşam biçimine adapte olmaya başlıyor. Gözaltı ve tutuklamalara karşı kayıtsızlaşıyor, yanı başında yaşanan hak ihlallerine körleşiyor. Herkesin bildiği Fethullahçılar ortada gezerken, demokratlardan, Uluslararası Af Örgütü yöneticilerinden Fetö’cü çıkaran bir saldırı karşısında kendini çaresiz hissediyor. Sosyal medyada paylaştıklarından tutun da arkadaşlık ettiği isimlere kadar her alanda otosansür mekanizmalarına başvuruyor. Kimi zaman korkudan daha baskın olan duygu ise önünü görememek. Hayır’ın devrimci ucu, umutsuzluğu yıkacak kadar dinamik, endişeleri giderecek kadar hayatla iç içe… Bundan sonra kapı kapı dolaşarak kendini ifade edecek bir söze, bir programa bürünecek.

16 Nisan sonrasında Siyasal İslam’ın açtığı cepheler büyürken İslami ritüellerin kuşattığı alanlar da genişliyor. Resmi kurumlarda laik devletin somut gereklilikleri rafa kalkmış durumda. İdari ve mülki amirlerin, yandaş kuruluşlarla yaptığı işbirliği neticesinde İslamcı ajanda kurumların gündelik işleyişine hükmetmeye başladı. Bugün ülkede iktidarın kontrol etmek istediği din yorumunun dışında kalan herkes kendini risk altında hissediyor. Siyasal İslam’ın Alevilere yönelik tehditleri de gözle görünür biçimde arttı. Saldırı ihtimaline karşı “kendi güvenliğinizi kendiniz alın” resti, Alevilerin can güvenliğini hiçe saymakla eşdeğerdi. Parti-devlet rejiminde din üzerinden kurulan hegemonyaya bireysel düzeyde karşı çıkmak ise kolay değil. Toplumsal muhalefetin yalnızlaştırılan seküler bireyleri örgütleyerek canını ve yaşam biçimini korumak gibi bir sorumluluğu var. Tam bu noktada Hayır’ın taşıyıcısı sol-sosyalist güçler devreye giriyor. Şimdi yapılması gereken seküler yaşam pratiklerini dayanışmacı örneklerle çoğaltmak.

İç Tüzük tuzağı
Hayır’ın devrimci gücü, parlamentodaki muhalefete de ilham vermeli. İktidar kanadı tek adamlığa ‘uyum yasalarının’ çıkmasını dahi beklemeden harekete geçti. HSYK yerine gelen HSK, gerekli yasal düzenleme olmaksızın ilk toplantısını yaptı bile. Meclis Başkanı ise iç tüzük gündemiyle parti liderlerine göstermelik bir davet gönderdi. Hedeflenen AKP ve MHP’nin üzerinde çoktan anlaştığı değişikliği ‘mutabakat’ kisvesi altında meşrulaştırmaktı. Neyse ki CHP yönetimi şimdilik tuzağa düşmedi; daveti reddetti.

İktidar blokunun iç tüzükte yapmayı planladığı değişiklik ülkeyi meclissizleştirmenin son hamlesi. Bundan sonra Saray’ın emriyle çıkartılacak tüm yasa tekliflerinin komisyonda ve mecliste tartışılmasını engellemeyi amaçlıyorlar. Parlamento içi muhalefetin, anayasasızlaştırma ve meclissizleştirme operasyonuna yine mecliste direnilebileceğini düşünmesi ise politik gerçeklikten uzak. Fezleke yağmurunun altında acaba sürüden kimi kapacaklar psikolojisiyle muhalefet yapılamaz. AKP çocuk istismarcılarını ödüllendirmekten zeytinlikleri talan projesine kadar geri adım atmak zorunda kaldığı her durumda meclisteki muhalefetin önüne geçen bir kamuoyu baskısına tosladı. Bu gerçeği politik bir stratejiye çevirmektir muhalefete düşen, sırt çevirmek değil. Hayır’ın devrimci unsurları, muhalefeti sokakla bağ kurmaya teşvik edecek kadar görünür olmayı sürdürmeli.

Hayatın içinden çözümler
İktidarın kişiselleşerek merkezileşmesi, olağanüstü hal rejiminde hayatını sürdüren herkesi kaosun bir parçası haline getiriyor. Hukuki ve politik dayanaklardan mahrum kalmanın yarattığı boşluk ancak sol ve demokrat taban örgütlenmeleriyle telafi edilebilir. Acıbadem mahalle muhtarlığı seçimlerinde Semra Aydın’ın başarısı bize ilham vermeli. Semt semt büyümeli bu dalga. Birbirimizin gözünde çöp aramaktan vazgeçtiğimizde ne denli üretken olabildiğimiz bu başarı öykülerinde saklı. Gündelik yaşamın akışındaki temel ihtiyaçların giderilmesi için çözüm yaratan, kurulan organik ilişkiler üzerinden politik bir aidiyet ve birlik kuran iddialı bir programı Haziran meclislerinde somutlamalıyız. Bunun asli koşulu sosyal ilişkileri örecek somut bilgilerden ve beklentilerden yola çıkmak…