Çare kamucu politikalarda

Namık ALKAN

Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, iktidarın yanlış tarım politikası nedeniyle hem üretici hem de tüketici açlık ve yoksulluğa mahkûm bırakılmış durumda. Yurttaşların, hububat, meyve ve sebzeyi gramla aldığı bir dönem yaşanıyor.

CHP Bursa Milletvekili ve Tarımdan Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Orhan Sarıbal, kamucu, devletçi ve halktan yana bir tarım politikasına ihtiyaç olduğunu söyledi. Devletin kısa, orta ve uzun dönemli bir tarım politikası uygulaması gerektiğini belirten Sarıbal, fahiş fiyatları düşüreceğini savunan Cumhurbaşkanı’nı ise fahiş fiyatların bu hale gelmesinin sorumlusu ilan etti.

Orhan Sarıbal, yazdığı “Türkiye'de Tarımın Durumu-AKP İktidarının 18 Yıllık Bilançosu” adlı kitabının Efes Tarlası Yaşam Köyü’nde düzenlenen tanıtım etkinliği öncesi BirGün’ün sorularını yanıtladı.

CHP’nin tarım politikalarını anlatan kitabınızdan bahseder misiniz? Kitap ne amaçla yazıldı, hangi konular ele alınıyor?

Neden bu kitabı yaptık? Hayatın her alanında eğer siz sorunun temelini bilemezseniz, çözüm önerileri de ortaya koyamazsanız. Eğer çözülebilecek bir problem varsa, o problemin adını koymak zorundasınız. Aslında biz bu kitapta, 1980’den itibaren başlayan ama özellikle 2002’yle bugün yaşadığımız tarihe kadar gelen tarımda, uluslararası tekellerin (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü) yerli işbirlikçilerle beraber Türkiye’deki tarımı ne hale getirdiklerinin belgesini sunuyoruz. Bu belgenin bütün verileri, TÜİK’in yani devletin; hükümetin resmi verileridir. Onlar üzerinden ortaya konmuştur. Kendi rakamlarıyla ülke tarımını, üretim alanlarını, tarımda istihdam, ithalat, ihracat, çiftçi sayısı, dönemsel olarak tahıllar, baklagiller, bitkisel üretim, endüstri ürünleri ve buna bağlı olarak hayvancılıkta son on sekiz yılda Türkiye’de aşağı yukarı nasıl bir sonuç oldu bunu rakamlarla ortaya koyduk. Yani kim olursa olsun, o kitaba baktığında, buğday ne kadar ithal edilmiş; buğday alanlarında ne kadar daralma var; buna ne kadar para vermişiz gibi rakamları çok net şekilde görecektir. Tarım alanları 2002’den bugüne kadar nasıl daralmış, bunu çok net bir şekilde görecek. O arada nüfus 66.4 milyondan 84 milyona çıkmış, nüfus 17 milyon küsur artmış, yani yüzde 26-27. Ama üretimin büyük bir kısmı hemen hemen sabit durmuş. Pirinçte, mısırda, ayçiçeğinde bir artış var. Aslında buradan da şöyle bir ders çıkarıyoruz. İyi olan şeyi, ülke yararına olan şeyi savunmak lazım. Ama öbür taraftan da ülkenin bu kadar büyük bir potansiyelinin olduğunu bu rakamlar ortaya koyuyor. Yani doğru bir planlama yapılırsa, doğru bir ithalat rejimi uygulanırsa ve ülkeden, halktan, çiftçiden yana bir tarım politikası ortaya konarsa; aslında bu ülke yeniden halkının gıda egemenliğinin, halkının gıda güvencesini sağlayabilecek bir konuma rahatlıkla ulaşabilir. Eğer biz tahribatı ortaya koyamazsak, nasıl çözeceğimizi bilemeyiz.

Kitapta sorunların tespit edilmesinin yanında çözüm önerileri de sunuluyor mu?

Biz iyilikten yanayız, kötülükten değil. Verileri doğrucu, sahici, net bir şekilde ortaya koyduk. Elbette bunun yanında çözümleri de ortaya koyduk. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında neler yapılması gerektiğini ortaya koyduk. Tarım artık, Covid-19 döneminden sonra dünyanın en önemli konusu oldu. Bunu artık sektör demeyeceğiz, sektör demek bu işi küçültür. Rant, kar meselesi demeyeceğiz, rant kar üzerinden toplumun gıda, üretim hakkı meselesi çözülemez. Buna bir rekabetçi meselesi üzerinden bakmayacağız, rekabet demek açıkça üretime, bir ülkenin potansiyeline, o ülkenin halkına bana göre itiraz etmek demektir. Halkına rağmen bir mücadele ortaya koymak demektir. Gıda hakkı üzerinden bakmak lazım. Bir ülkenin var olan değerlerinin en verimli şekilde hayata geçirilmesi üzerinden bakmak lazım. Sosyal dengeler ve ihtiyaçlar üzerinden sürece bakmak lazım. Bu kaynak bize bütün bu olanakları sunuyor. Yani AKP döneminde gelinen noktayı çok net bir şekilde ortaya koyarken, aynı zamanda çözüm önerilerini de ortaya koyuyor. Biz toplumun algısını da, çok fazla okuma konusunda sorun olduğunu da biliyoruz. Çok net renklendirdik, görsel algıyı öne çıkardık.

Kitap sayısal verilerden, rakamlardan mı oluşuyor?

Rakamlar var ama düşündürmeyi düşündük. Yani sen mısırda üretimi 2-3 kat arttırıyorsan, buğdayda ekim alanı ciddi oranda daralmış olmasına rağmen dekar başına verimi arttırmışsan, ama bu arttırdığın verimde bile hala 1980’lerin üretimini yapıyorsan ve 1980’den beri nüfus hemen hemen yüzde 100 artmışsa, orada ciddi bir problemin olduğunu görürsün. Bu problemin kaynağının da çiftçiden, paradan, teknolojiden, bilimden ve akıldan değil; politikalardan kaynaklandığını görmek zorundasın. Hep ülkede tarım politikası yok derler, hayır var. Ama bu tarım politikası ülke halkından, ülke çiftçisinden, ülkenin biyoçeşitliliğinden, ülke insanından yana değil. Yabancı şirketlerin, iktidarın ithalat lobilerinden yana bir mekanizma. O yüzden hem üretim paradigmasını, hem ithalat modelini, hem gıdaya ve üretim modeline hak temelli bakmayı gerektiriyor.

TOHUM BİR BAĞIMSIZLIK NUMUNESİDİR

Sizin tohum meselesini çok önemsediğinizi biliyorum. Tohumda ithalat az gibi görülüyor, ne dersiniz?

Evet, tohumda ithalatı az gibi görüyoruz, 400-500 bin ton gibi bir ithalat var. Ama ülkede yılda dört milyon ton tohum ekiliyor ve bunun 1 buçuk milyon tohumu sadece buğday ve hepsi ticari. İktidarın en çok savunduğu, biz Türkiye’de tescilli ve sertifikalı tohumu 6 kat arttırdık. Soru şu: Bu tohum çiftçimize hangi ellerle gidiyor? Bu tohum kendi çiftçimizin, kendi halkımızın tohumu mu? Bu tohum yine yabancı şirketlerin bizi taşeron olarak kullandığıdır. Tohum bir bağımsızlık numunesidir. Tohum yasası çok kıymetlidir. O yüzden tohumdan tutun da tarım ilacına kadar her türlü girdiyi de ne halde olduğumuzu ortaya koyan bir mekanizma örneği. Belki de en önemli şey şu. Çiftçi eğer üretimden bir gelir elde edebilirse, o tarımsal döngüyü sürdürebiliriz. Sadece o yetmez. Çiftçinin hak ettiği geliri ona verirken, tüketici ve çiftçi arasındaki diyaloğu doğru kurabilirsek, çiftçi ürününü 1 liraya satarken; tüketici 5-10 liraya alıyorsa ciddi bir sorun var demektir. Kısaca çiftçiyi düşündüren, öne çıkarmaya çalışan, çiftçinin sorunlarının nereden kaynaklandığını ortaya koyan ve şunu çok açık paylaşmak lazım, iki model ve iki yöntem var; başkası yok. Ya çiftçinin girdisini indirirsiniz, çiftçi ucuza mal eder, piyasa onu en düşük maliyetle sunar; tüketici bunu kullanabilir ya da tüketicinin gelir düzeyini arttırarak, üreticinin ürettiğinden; tüketicinin de tükettiğinden memnun olacağı bir mekanizmayı ortaya koyabilirsin. Bugün bu ikisi de bu topraklarda yok.

care-kamucu-politikalarda-921655-1.
Orhan Sarıbal - CHP Bursa
Milletvekili ve Tarımdan Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı

Peki, tahribat ne zaman başladı? 2002’de mi, 1980’li yıllarda mı?

Tahribat 24 Ocak 1980 kararlarıyla net ortaya çıktı, ama uygulaması 12 Eylül 80 darbesiyle gündeme geldi. 84-85-86 yılından başlayan, dışarıdan alınan iyi niyet kredileriyle aslında tarım ve gıdanın yönü çizildi Türkiye’de. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü’nün politikalarına dönük bir süreç izlendi ve bugün hala öyle. Onlar bize kredilerle ciddi bir ev ödevi veriyorlar, uymak zorundayız.

Avrupa Birliği müzakere süreci de buna dahil edildiğinde, ama bugün en acı olanı bu süreç IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü’nden çok uluslararası şirket tekellerine gitmiştir. Çünkü onların yerini onlar aldı. Yani bugün onların yapılandırma kredileri, yeniden uyarmama kredileri altında yabancı bankalarının kredileri yatıyor çiftçinin borçlanması üzerinden. Öbür taraftan ciddi anlamda elde edilen para kaynaklarının artık geriye dönülemez bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Burada gizli olan bir şey var, mülkiyet değişimi. Şu anda Türkiye’de uygulanan tarım politikaları değişimin net tanımdır. Dünyada kapitalizmin uyguladığı üç tür toprak aktarımı vardır. Birinci savaşlarla yaparsınız, ikinci çiftçiyi yoksullaştırırsınız, üçüncüsü de çiftçiyi borçlandırırsınız. Son iki model Türkiye’de, özellikle 2002’den itibaren ağır bir şekilde uygulanmaya başladı. 80’le beraber özelleştirme süreciyle başlayan, kamunun tarımdan elini çekmesi, çiftçi serbest piyasaya, şirketin eline kaldı. Bugün girdilerin hemen hemen yüzde 100’ü ithal, çıktı piyasalarını da küresel sermaye belirliyor. İktidar işine geldiği zaman dünya borsalarına göre fiyat veriyor. 2002-2009 arasında dünya borsası fiyatlarını uyguladı, buğday 170 -180 dolardı, bugün buğday 320 dolar, ama bu sefer o borsa fiyatlarını uygulamıyor; Toprak Mahsulleri Ofisi üzerinden çiftçiye daha düşük fiyat uyguluyor.

Hububat ürünlerinde gümrük vergilerinin de sıfırlandığını görüyoruz. Bu üreticiye bir darbe değil mi?

Gümrükleri sıfırlama meselesi, AB’ye verilen ev ödevlerinin bir parçasıdır. 2004-2005’te AB’yle görüştüklerinde, AB Türkiye’deki tarımla ilgili, hükümetin uygulayacağı politikaların özünde 2019’a kadar gümrüklerin sıfırlanmasını ev ödevi olarak bize vermişti. 2017’de çok hızlı bir şekilde, yeni cumhurbaşkanı döneminde uygulanmaya başlandı. 2019’da hemen hemen bir kısmı sıfırlanmıştı, 2020’nin geçen yıl bu tarihlerde bütün ürünlerin gümrükleri sıfırlandı. Çünkü dünyada dolar çok yüksek değer kazanınca, Toprak Mahsulleri Ofisi içerideki ürüne müdahale edemez oldu. Kanatlı hayvan üreticilerine de yem meselesi üzerinden, soya, mısır üzerinden ciddi bir baskı yaptılar. TMO, “Ben bu işi çözemiyorum” dedi, hükümet de her şeyi serbest bıraktı, Sıfır vergi. Ocak’a kadar bu böyle gitti. Ocak’ta Mart’a kadar uzattılar, Mart’ta Haziran’a tekrar uzattılar. Şimdi de yılsonuna kadar uzattılar. TMO sıfırdı, özel sektör sıfır değildi. Şimdi özel sektör de sıfır. Temel dönüşüm oradan kaynaklanıyor. Çünkü TMO şunu söylüyordu: “Ben alıyorum, işliyorum, satıyorum.” Ama şimdi model değişti, içeriği de finanse edildi. Yem sektörüne hammadde kazandırmaya çalışıyor, pahalı alıyor, ucuz satıyor, kendi çiftçisinin ürünü daha çok satılsın diye. Kendi çiftçisinin maliyetini düşüren bir mekanizmayla karşı karşıyayız. Asıl olan çiftçinin ürettiğine güvenmektir.

Peki, ne yapmalı?

Kamucu, devletçi, halktan yana bir tarım politikasına ihtiyaç var. Devletin kısa-orta-uzun dönemli bir tarım politikası uygulaması lazım. Kamuyu desteklemesi lazım. Bütünüyle gıda ve tarımın her alanına devletin yardım etmesi lazım. Fahiş fiyatları düşüreceğim diyor cumhurbaşkanı, fahiş fiyatların bu hale gelmesinin sorumlusu o. Bu gerçekliği bütünüyle ortaya koymak için böyle bir kitap yaptık, diliyoruz unutulmasın.

care-kamucu-politikalarda-921629-1.