Google Play Store
App Store

Türkiye’de gerçek manada toplu iş sözleşmesi süreci olmadan emekçi rahat yüzü göremez. İşçilerin sadece yüzde 7'si TİS’ten faydalanabiliyor. İktidarı püskürtecek şey örgütlü, kararlı, sürekli ve mücadeleci birleşik bir emek hareketidir. Başka da bir kurtuluş gözükmüyor.

Çare örgütlenmekte
Fotoğraf: BirGün

Bilge Su YILDIRIM

Emekçiler için yaz her zamankinden sıcak geçiyor. Birleşik Metal İş Genel Başkanı Özkan Atar "Bu ağır süreç örgütlenerek ve birleşik bir mücadeleyle aşılır" diyor.

Mehmet Şimşek “Asgari ücretimiz iyi, bir problem yok” dedi. Biz de bu konudan başlayalım istiyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz?

Şimşek’in ekonominin başına getirilmesiyle birlikte şu anda aslında bildiğimiz IMF programı uygulanıyor. Nebati ve Albayrak dönemlerinde uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olarak Türkiye’de iki yıl içerisinde emekçilerin milli gelirden aldığı payda şiddetli bir düşüş yaşanmıştı. Şimşek yönetimiyle birlikte de aslında bu sürecin devamını yaşıyoruz. Sonuçları itibariyle iki türlü uygulama da emekçilerin kaybına ve sermayeye kaynak aktarımına yol açıyor.

Gelelim asgari ücrete... Ocak ayında yüzde 50 düzeyinde zam yapıldı. Şimdi temmuz ayındayız. Bugün temel tüketim maddeleri, ev kiraları, ulaşım gibi emekçilerin harcama kalemlerine bakıldığında, mevcut asgari ücretin ne kadar yetersiz olduğu apaçık ortada. Asgari ücret büyük sanayi kentlerinde bir ev kirasını karşılayacak düzeyde bile değil. Dolayısıyla ara zam yapılmadan 2025 yılının başına kadar devam edilmesi mümkün değil.

Bu durum sadece asgari ücretlileri de ilgilendirmiyor. Asgari ücrete zam yapılmaması demek, toplu sözleşmelerde zam yükümlülüğü olan işyerlerinde çalışanlar hariç hemen tüm çalışanlara, yani toplam çalışanların neredeyse yüzde 90’ına 2024 yılı içerisinde ücret artışı yapılmaması anlamına geliyor.

Yaşar Aydın ve Bilge Su Yıldırım Başkan Atar’la görüştü.

Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu işyerlerinde durum nasıl?

Bizim MESS ile yaptığımız son grup toplu iş sözleşmesi sonrası şu anda işyerlerinde çıplak ortalama ücretlerimiz asgari ücretin 2,2 katı. İkramiye ve diğer sosyal yardımları da ekleyecek olursak, ortalama ücretlerin asgari ücretin 3 katı civarında olduğunu söyleyebiliriz.

Ne kadar bir artış olmalı?

Aslında yüksek enflasyon dönemlerinde ücretler yılda iki kez değil, dört kez artırılmalı. Şu anda enflasyon TÜİK’in rakamlarına göre yüzde 75 düzeyinde; bu oran emekçilerin, asgari ücret düzeyinde ücretlerle çalışanların harcama kalemlerini dikkate alacak olursak yüzde 100’ü geçiyor. 
Biz “Asgari ücret rakamsal olarak şuraya getirilmeli” gibi bir ifadeden ziyade “Asgari Ücret Tespit Komisyonu, çalışanları temsilen tüm konfederasyonların katılımıyla bir an önce toplanmalı” diyoruz. Ama bunu, sorunun aciliyeti karşısında atılması gereken bir hamle olarak söylüyoruz, kalıcı bir çözüm olarak değil.

Nedir çözüm? Neden asgari ücrete sıkışan bir ücret skalası oluştu?

Çözüm, örgütlülük ve TİS hakkından geçiyor. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 2024 yılı endeksine göre, Türkiye sendikal hakların kullanımı açısından yine dünyadaki en kötü 10 ülke arasında. Haziran ayının ilk haftasında ILO’nun konferansı gerçekleşti. Türkiye orada da sendikal hak ihlalleri açısından kara listede.

Bu tablodan son derece hicap duyuyoruz. Ama ne yazık ki siyasi iktidarlar, özellikle AKP iktidarı, başta grev yasakları olmak üzere türlü türlü sendikal hak ihlalleriyle Türkiye’yi TİS hakkının kullanılamadığı bir ülke haline getirdiler. Özel sektörde TİS’ten yararlanma oranı şu anda yüzde 7. Yani her 100 işçiden 93’ü TİS hakkını kullanamıyor. Her şey patronun iki dudağı arasında.

Hükümet bir taraftan emekçilerin bordroları yoluyla kestiği vergilerle, diğer taraftan sosyal güvenlik primi ve KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerle yıl içerisinde çalışanların toplam kazançlarının neredeyse üçte ikisine el koyuyor. Dünyada çok az örneği olan bu uygulama, ne yazık ki Türkiye’de artarak devam ediyor. Elde etmiş oldukları bu kamu kaynaklarının sermayeye kaynak olarak aktarılması da teşvikler gibi yollarla bizzat devlet tarafından gerçekleştiriliyor. Bu kaynak aktarımının bedelini de milyonlarca emekçiye ödetiyorlar. Örneğin 2023’te Merkez Bankası’nın, hazinenin zararı 820 milyar TL. 2024 yılı için orta vadeli zarar öngörüsü 2.4 trilyon…

Biz emek güçleri olarak uygulanan bu politikalara karşı güçlü bir birliktelik ve kararlı bir mücadele sürdürmek zorundayız. Biz de DİSK ve Birleşik Metal-İş olarak bunun için gayret sarf ediyoruz.

Bütün bu tablonun içinde DİSK’e ve Birleşik Metal-İş’e düşen sorumluluk ne? Buradan nasıl çıkmalı, ne yapmalı?

Şu anda yüzde 50’lerde olan faiz uygulaması aracılığıyla ülkeye yabancı sıcak para sokma ve içinde bulundukları ekonomik darboğazı üzerlerinden atma gayretindeler. Ama bu yüklü faizin sonuçlarını da bir şekilde topluma mal ediyorlar. Başta asgari ücretin artırılmaması, emekli maaşlarının yükseltilmemesi, kamu emekçilerinin ücretlerinin enflasyonun dahi altında artırılarak reel ücretlerin aşağıya çekilmesi gibi bildik IMF reçetelerini uyguluyorlar. Aslında asgari ücretin artırılması, bütün ücretlerin iyileştirilmesi anlamında bir etki yaratacak Türkiye’de. Bunun enflasyonu ciddi oranda artıracağı algısını yaratıyorlar; ancak bu doğru değil.

Bu acı reçeteler karşısında da işçiler mutlaka sendikalarla birlikte örgütlenerek, örgütlülüklerini güçlü bir birliktelik haline getirerek ve gerektiğinde üretimden gelen güçlerini kullanarak şartların iyileştirilmesi için mücadele etmeliler.

Birleşik bir emek inisiyatifi oluşturmak için olanak var mı?

Bunun için gayret sarf ediyoruz. Elbette sınıf mücadelesini esas alan sendikal örgütleri dışarıda tutarak söylüyorum; genel olarak Türkiye sendikal hareketinin sermayeye ve sermaye güdümlü siyasi iktidarlara sırtını yaslamaya ve bir ölçüde koltuk değnekliği yapmaya yatkın bir yapısı var. Ama diğer taraftan 1967’de DİSK’in kuruluşuyla birlikte, 80’e kadar kısa bir dönem de olsa sermayeden, devletten ve siyasi iktidarlardan bağımsız, sınıf mücadelesini temel alan bir pratik ortaya kondu. 80’e kadar ve 80 sonrası DİSK’in çalışma yaşamına yeniden dahil olmasından bu yana işçi ve emekçilerin yaşamları üzerinde ciddi kazanımlar sağlandı. Biz işçilerin sadece tepede sendikalar, konfederasyonlar bazında yan yana gelmelerini değil, tabanda da birlikteliklerini, dayanışmalarını, mücadelelerinin ortaklaşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bunu sağladığımız anda gerek ekonomik darboğaz gerekse demokratik hak ve özgürlükler anlamında içinde bulunduğumuz zor koşullardan çıkışı sağlamış oluruz.

Sahada böyle bir talep görüyor musunuz? İşçiler ne diyor bu meseleye?

İşçilerin yaşam koşulları son yıllar içerisinde çok zorlaştı. Sendikal örgütlenmeye eğilim arttı. Biz bunu kendi işkolumuzda gözlemliyoruz. Mesela 2024’ün Ocak ayında yaptığımız MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi sonrası birçok sendikasız işyerinde sendikalaşma konusunda fiili bir talep artışı oldu. O grup toplu iş sözleşmesinin sonrasında düşük ücret ve olumsuz koşulları dayatan kimi işverenlere karşı grevlerimiz gerçekleşti, hâlâ devam eden grevlerimiz de var. Buralarda kararlı mücadelemizle önemli kazanımlar sağladığımız ve TİS imzaladığımız işyerleri oldu. Bunlar da işçilerin mücadelesinde olumlu emsal etkiler yaratıyor. İktidarın asgari ücreti yükseltmemeye yönelik tutumu, bence tüm işkollarında sendikal örgütlenmeye ve örgütlü mücadelenin yükselmesine yol açacaktır. Tabii ki sendikaların bu talebi yaratacak ve yükseltecek çabayı da göstermesi gerekiyor. İşçiler de –buna kamu sektöründeki emekçiler de dahil- mutlaka kendi işkollarında en mücadeleci gördükleri sendikada örgütlenerek toplu sözleşme hakkını da talep eden bir mücadele sergilemeli.

İşçilerin talepleri büyük ölçüde ekonomik talepler, sendikal mücadelenin yalnızca ücret sendikacılığına dönüşme ihtimali var mı?

Bugün ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum ve günbegün artan hayat pahalılığı nedeniyle ücret meselesi işçilerin öncelikli gündemi durumunda. Asgari ücretin iyileştirilmesi için genel bir mücadele verilmeli ve sendikalar bunun merkezinde olmalı; ama esas olarak asgari ücrete mahkûm olmadan gerek çalışma koşullarının gerek işyerindeki sağlık ve güvenlik koşullarının iyileştirilmesini sağlayabilecek, işçilerin temel yaşam standartlarını olması gereken yere taşıyacak güçlü bir sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme sistemi yaratılmalı. Bunun da olması için bu talepleri birbirinden ayırmadan ve birbirinin önüne geçirmeden birlikte bir mücadelenin sürmesi gerektiğine inanıyorum.

Yani iktidara geri adım attıracak olanın birleşik, kitlesel ve taleplerini sürekli kararlılıkla dile getiren bir hareket olduğunu söylüyorsunuz…

Sendikalar, konfederasyonlar, mücadele etme niyeti taşıyan işçi örgütleri arasında farklılıklar olabilir. Sadece işçi sınıfı örgütlerinin, sendikaların bir araya gelmesi de yeterli değil. Demokrasi mücadelesi içerisindeki tüm yapılar belli temellerde ve prensipte disiplinli bir mücadele süreci ve birlikteliği ortaya çıkarırsa ancak mesafe alabiliriz. Bir ölçüde sermaye ve siyasi iktidarla işbirliği içinde olup bu birlikteliğin dışında kalan kesimler de kendi tabanlarının baskısıyla bir süre sonra dışarda kalmayacaklardır. Önemli olan, mücadele edenlerin, milyonları kendi etrafında toparlayabilecek düzeyde disiplinli ve kararlı bir mücadeleyi hayata geçirmeleri olacaktır.

Uzun yıllardır tüm emekçilerin ortak talepler etrafında bir araya geldiği, işçi sınıfının gövde gösterisi niteliğinde mitingler, eylemler yapamadık. Ama önümüzdeki süreç içerisinde bunları hayata geçirme olanaklarının olacağını düşünüyorum. Kaldı ki birkaç miting ve gösteri de sermayenin geri adım atması için yeterli olmayacaktır. İşçi sınıfının mutlaka sürekli ve planlı programlı, stratejik bir mücadele programını hayata geçirmesi gerekir. Şehirlerde içinde üretimden gelen gücün kullanılmasının da olduğu kitlesel işçi gösterileri ve daha ileriye sıçrayabilecek eylemlerin yapılabilmesinin koşullarının olduğunu düşünüyorum. Bunlar saldırıyı püskürtebilecek hatta mevcut konumumuzdan ileriye kazanım sağlayabilecek olanakları da yaratabilir.

Erdoğan-Mehmet Şimşek politikasının alternatifi yokmuş gibi bir hava yaratıldı. Bu havaya bazı sendikalar bile dahil oldu. Eylemli çizgi bu hegemonyayı kırabilir mi?

Pandemi sonrası Avrupa’da, ABD’de, yani kapitalizm krizinin geldiği nokta itibariyle tüm ülkelerde işçi sınıfının reel gelirleri baskılandı, toplumsal gelirden almış oldukları pay sermaye lehine değişti. Bu tabloya karşı ABD’de otomotiv işçileri başta olmak üzere sinema emekçileri, eğitimciler vb. birçok işkolunda çok güçlü grevler gerçekleştirdi. Başta otomotiv emekçileri olmak üzere iyi kazanımlar elde ettiler, iyi sözleşmeler yaptılar. Almanya’da 2022’yle kıyaslanınca 2023’te grevler yüzde 126 artış göstermiş durumda. Fransa’da, Almanya’da, birçok Avrupa ülkesinde emekçiler, başta grev hakları olmak üzere güçlü mücadelelerle kendi yaşam standartlarını korumaya, hak ettiklerini almaya ve sosyal dengeyi korumaya çalışıyorlar.

Bizde bu eksik. Bu reçetelerin topluma algı operasyonlarıyla kabul ettirilmeye çalışılmasının altında yatan bir gerçek, Türkiye’de sınıf sendikacılığının yeterince örgütlü olmaması. Görünüşte var olan örgütlü yapılar, karşımızdaki zorlukları bertaraf edebilecek gücü ve programları ortaya koyduğunda toplumda hızlı bir dönüşmenin ortaya çıkabileceğini öngörmemiz gerekiyor bizim.

Önümüzde Kenya örneği var, orada da toplumda yüzde 80 TİS oranı yok, bütün herkes sendikalı ya da işçi sınıfının siyasal bilinciyle donanmış, örgütlü insanlar değil. Ama uygulanan politikalar insanların sokağa çıkmasına ve kendi gelecekleri için mücadele etmeyi örgütlemesine yol açıyor. Türkiye’de de bunun bu şekilde gelişebileceğini öngörüyoruz, yeter ki bu noktada mücadelenin öncülüğünü yapacak kesimler doğru politikalarla hareket etsin, samimi ve kararlı olsun. Süreci belirleyecek anahtar bu olacak.

Göçmen sorunu sınıf hareketini nasıl etkiliyor ve ne yapılmalı?

Türkiye’ye yönelik göçün, Türkiye üzerinden de Avrupa’ya yönelik bir göç hareketinin oluşmasının temel müsebbibi, başta ABD emperyalizminin savaş ve işgal politikaları ve onunla işbirliği halinde olan Avrupa devletlerinin uyguladığı politikalardır. Bu noktada Türkiye devleti ve siyasi iktidarları buna karşı barışı ve halklarının kardeşliğini, bağımsızlığını temel alan politikalar izlememiştir. Çoğunlukla ABD emperyalizminin Orta Doğu’daki taşeronluğuna soyunmuştur. Bunun bedellerini de Türkiye halkları ödemek durumunda kalmıştır.

Aslında ülkemize gelen milyonlarca göçmen, başta yaşam haklarını koruyabilmek ve can güvenliklerini sürdürebilmek için bu ülkeye zorunlu olarak gelmişlerdir. Tabii ki ülkemizde de göçmenler dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, gelişmiş kapitalist ülkelerde de olduğu gibi ucuz emek ve kayıtsız işgücü olarak kullanılmaktadır. Bu noktada tabii ki buradaki yaşam koşullarının insani ölçülerde olması, kendi meslek ve niteliklerine uygun olarak üretim süreçlerine ve çalışma hayatlarına dahil edilmeleri, uygun koşullar altında kendi ülkelerinde yaşam ortamlarının da ortaya çıktığı takdirde de kendi değerlendirmeleriyle birlikte kendi yaşamlarına yön vererek kendi ülkelerinde hayatlarına devam etmeleri, olması gerekendir.

Ama Türkiye bir taraftan göçmenleri hem ucuz emek olarak kullanacak hem Avrupa’ya tehdit unsuru yapıp oradan para elde etmeye çalışacak... Uygulanan bu ikiyüzlü politikaların sonucunda Kayseri’deki gibi görüntüler ortaya çıkmakta ve sonucu itibariyle de milliyetçi, ırkçı tepkiler görülmekte ve tepki yanlış bir yöne doğru evrilmektedir.

∗∗∗

FİLİSTİN VE DÜNYA İÇİN

Tabii sendikal hareketin ve işçi örgütlerinin, dünya emekçilerinin uluslararası birlikteliğini ve dayanışmasını ve dünya barışı için mücadeleyi da örgütlemesi, başta Filistin’deki soykırım, İsrail’in bir halkı yok etme saldırısı ve politikalarına karşı duyarlı olması ve bu konuda sadece belli açıklamalardan ziyade küresel eylemleri örgütlemesi gerekir. Bir diğer tarafta NATO’nun, ABD ve Avrupa emperyalizminin Ukrayna’ya yönelik politikası orada kalıcı ve uzun süreli, aslında tüm dünya halklarını da riske sokan, tehdit eden bir savaşa yol açtı. Bu konuda genel olarak Avrupa işçi sınıfı da aslında genel olarak NATO ve emperyalizm etkisinde bir süreç ortaya koyuyor.

Bu noktada tabii işçi örgütlerine düşenin, özellikle Orta Doğu’daki pozisyonu itibariyle başta ABD emperyalizminin Suriye, Irak, Kuzey Afrika, Afganistan ve Filistin’e yönelik politikalarını tersyüz edecek düzeyde antiemperyalist ve enternasyonalist bir mücadele hattını örgütlemek olduğunu belirtmek istiyorum. Bu mücadele, dünya halklarının kardeşliği ve barış temelinde de hepimizin sorumluluğu. Bu konuda işçi örgütleri küresel eşzamanlı eylemler yapmalı, yapılan eylemleri de daha da geliştirmeli diye düşünüyorum.