Memleketin hali, hal değil. Huzursuzluk toplumsallaşıyor. Huzursuzluk ve endişe din, dil, ırk, statü, cinsiyet ayırmıyor. Mutsuz insanların sayısı artıyor. Her mutsuzluk, kendi içinde yeni bir umut arayışını da yeşertiyor. Umut da eşzamanlı çoğalıyor. Solun siyasal işbirliklerinde en sık kullanılan o meşhur “kırmızı çizgilerimiz var” sözünün yerini “kırmızı çizgi tartışacak bir ortam değil” alıyor. Toplum kutuplaştırıldıkça, insanlar birbirine güven duyamaz hale geldi. Çünkü AKP, önce güvenmeyi ve komşuluğu öldürdü. Güven, AKP içinde de öldü. Birlikte yola çıktıkları “dava arkadaşlarına” bile güvenmiyorlar. Artık o “kutlu yolda birlikte ıslanmıyorlar.” Kurbanlarını sadece muhalefetten değil, “metal yorgunluk” diyerek kendi içlerinde de seçiyorlar. Yandaş medya ve akılları hipnoz edilmiş yorumcular, hangi renkten yalana başvurursa vursun “büyü” bozulmuştur. Ne savaş naraları, ne de şehitler hamaseti AKP-MHP blokuna kan taşımıyor.

Krizle geleni krizle göndermek siyasetin fıtratında var
Memlekette ne tat ne de tuz kaldı. Her şey kötü gidiyor. Ekonomiden, sosyal politikalara, eğitimden sağlığa, toplumsal huzurdan, toplumsal refaha ve hukuka dair ne varsa kötü gidiyor. 185 Milyar Dolar dış borç ödenecek. 53 Milyar Dolar da cari açık finanse edilmeli. Yani 238 Milyar Dolar kaynağa ihtiyaç var. Ama kaynak yok. Evdeki hesap, çarşıya uymuyor. Krizin ateşiyle dolar 4.100, avro 5.100’ü benzin ise 6 TL’yi aştı. Araştırmalar memleketin en önemli sorununu “huzur” olarak gösteriyor. İşsizlik çift hanede, enflasyon ise aldı başını gidiyor.

“Çocuklar ölmesin” sözü Ayşe Öğretmen’i çocuğu ile cezaevine sokuyor. Cezaevlerinde yer, memleket de adalet kalmadı. Atanamayan gençler intihar ediyor. Öğrenciler cezaevlerine gönderilirken, okullar medreseye çevriliyor. İnşaat siyaseti cami ve cezaevi yapmakla meşgul… Ülkenin ciddi bir kriz ile karşı karşıya olduğunu ve toplumsal kaosa sürüklediğini gördüler. Artık yönetemiyorlar. Dolaysıyla memleketin tek adam rejimine teslim etmek isteyen, AKP-MHP bloku, 3 Kasım 2019’da yüzde 30 bile şansının olmadığını gördü. Çünkü 2002’de krizle gelen AKP ile giden MHP, yeni krizin altında ezilmek istemiyorlar. Bu nedenle mevcut krizin üstünü örtecek son hamle ile baskın seçim kararı verdiler. Ama 24 Haziran, Erdoğan için çare olmayacak. Çünkü Türkiye’de krizle gelenin, krizle gitmesi siyasetin “fıtratında var.”
Gidecekler, çare solun birleşik mücadelesidir. Memleket, Ortadoğu ülkelerinin malum sonuna doğru hızla sürükleniyor. Kaosun dinamikleri besleniyor. Biz parçalı ve dağınık kaldıkça kaybediyoruz. Oysa hep birlikte ‘buna dur diyecek’ güçteyiz. Uçurumun önündeki çare biziz. Uçurumdan geri dönecek, bu topraklarda huzuru sağlayacak ve toplumsal barışı yeniden inşa edecek çareye sadece sol akıl ve sol vicdan sahiptir. Memleketi sağa teslim eden her politik manevra, yine halka ve memlekete ve sola zarardır.

24 Haziran, memleketi, demokrasiyi, laikliği ve toplumsal huzuru kazanmak için bir milat olmasa da bir fırsattır. AKP-MHP blokuna karşı birleşik mücadele ile geçit vermemeliyiz. Tek çare soldur. Tek çare halkın siyasete ve yönetmeye aktif katılmasıdır. Solu, sağa teslim etmek değil, Türkiye’yi bu halen getiren anlayışın, merkezinde sağ ve İslamcı siyaset olduğunu, Türkiye’ye solun tek çare olduğu anlatılmalıdır.

AKP’nin yarattığı tahribatlara ve krizlere en güçlü sol cevap için, CHP solun ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini temsil edecek güçlü bir sol aday belirlemelidir. HDP Türkiyelileşme projesinin en güçlü savunucusu Selahattin Demirtaş’ı aday göstermelidir. Sol, sosyalist hareket ise derhal yüz bin imza toplayarak, sosyalistlerin “ortak adayını” göstermelidir. Tek adam rejimine karşı, emekçiler, sosyalistler, sosyal demokratlar, devrimciler, Atatürkçüler, Kürtler, Aleviler, yurtseverlerin birleşik mücadelesine ihtiyaç var. Laiklik ve demokrasi hassasiyeti olan muhafazakârlar ve merkez sağ seçmenine kadar geniş bir yelpazeli huzursuzluğun da çaresi soldur. Solun ikili amacı olmalıdır. Bir yandan tek adama rejimine karşı sandıktaki oyu artırırken, diğer taraftan sol ve sosyal demokrasinin evrensel siyaset değerlerini toplumsallaştırmak olmalıdır.

Bu bir geçiş dönemidir. Solun evrensel değerlerinin tek çare olduğunu anlatmak için yeni bir fırsat daha doğmuştur. Geçiş döneminin ihtiyacına da uygun dönemsel ve taktikler ve stratejilerde kırmızıçizgilerin yerine, “nasıl bir Türkiye istiyoruz?” sorusuna verilecek ortak cevaplar alabilir.

Solun ve sosyal demokrasinin farklılıklarına ait kırmızı çizgilerini ve mazilerine ait hatıralarını canlandırıp, “olmaz” ya da “ulaşılmaz” denilen mesafeleri kavuşur hale getirebiliriz. Bugün, ne mazinin bizi ayrıştıran siyasi hatıralarını canlandırarak, ne de AKP-MHP bloku karşısındaki farklı muhalefet dinamiklerinin gücünü dağıtacak, dönemsel açık ve ya örtülü ittifak seçeneklerini dışlama lüksümüz yoktur.

Çünkü bu ülkenin yüzde 60’ı, 24 Haziran’da memleket ve halk lehine kazanacağımıza inanıyor, yeter ki siyasi yapılar da halkın aklına, beklentilerine, umuduna inansın, güvensin ve buna uygun davransın.