Ne diyorlarsa tersini yapıyorlar. Artık tek hakikat, onların yalanları…

Bundan sekiz yıl önce kafama dank etmişti ve burada işte bu cümleyi yazmıştım.

Hal böyle olunca, mesela, geçen hafta olup bitenler üzerinde durup bir kez daha okuyucunun sinirlerini zıplatmanın âlemi yok. Çünkü ve kısaca yine ne dedilerse tersini yaptılar, ne yaptılarsa tersini söylediler.

Bu hafta olacakları da şimdiden söyleyebilirim: Ne diyeceklerse tersini yapacaklar, ne yapacaklarsa tersini söyleyecekler.

İşin iyi tarafı, böylece hiç olmazsa şu belirsizlik ortamında, Saraylılar cenahından kesin ve belirgin bir şeyleri önceden bilmiş oluyoruz!

Saraylılar memleketi mezarlığa çevirdiler ve öyle de görüyorlar. Mezarlıktan geçerken dua okumuyorlar, ıslık çalıyorlar. Yani hem korkuyorlar, hem de ıslık çalarak iyimserlik de taslıyorlar. Sanki işler kötü olacak ama bir şekilde rutine girecek ve yine aynı siyaset, yine aynı iktidar, yine aynı muhalefet, kaldığı yerden olmasa da geldiği yerden devam edecek şeklinde bir ruh hali yaygın.

Ama işte o noktadaki bir yer de kesinlikle bellidir: Yoksulluk yaygınlaşacak. İşsizlik olağanüstü çoğalacak. İktidar zorbalıkta hiçbir sınır tanımayacak. Ve elbette tek başına açlığın ve yoksulluğun artmasının sonuçlarını kestirmek hiç de zor olmayacak.

Ve elbette herkesin bir ‘çaresi’ de olacak.

Ama bir dakika! Kuran’ın yazıldığı Kureyş Arapçasında ‘çare’nin öteki kelime anlamı nedir? Daha önce de birkaç kere altını çizmiştim: ‘Çare’nin öteki kelime anlamı ‘hile’dir. (Bkz. https://tinyurl.com/y9swwnw4). Yani Saraylılarda ‘çare’ tükenmez ve üstelik ve bu yüzden ahalinin “yüzde doksan dokuzunun” hilebaz olduğu bir ülke hedeflerinden asla vazgeçmezler.

Çare derken, ‘çözüm’ değildir kastettikleri; çünkü yoksulluğun, işsizliğin, açlığın artmasına ‘çare’ bulurken hiçbir sorunu çözmüş olmayacakları da kesindir; ve artık iktidarda kalmak için de değil, iktidardan düşmemek için her çare’ye başvuracaklar. Eh, bütün bunları da her türden muhalefet görüyor ve biliyor nitekim.

Verili koşullarda, kabul etmek lazım ki, Saraylıların imkânlarıyla kıyaslandığında muhalefet kelimenin iki anlamıyla da ‘çaresiz’ gibidir.

Yani “demokrasilerde çare tükenmez” mottosu da işe yaramıyor, çünkü demokrasi hiç yok. Nitekim demokrasi olmadığından, “aman muhalefet bizi seçimle götürecek” gibi bir korkuları da yok ve dolayısıyla olmayacak bir darbenin goygoyunu yapıyorlar. Çünkü tek ‘çare’leri bu tür goygoylar.

Ayrıca “salgın sonrası” diye bir şey olmayacak. Çünkü Saraylılar salgın sonrasını da hem salgın “kendileri sayesinde” bitmiş gibi hem de “muhalefet etmeyin yine salgın çıkar ha!” gibi yaşatacaklar ve pazarlayacaklar. Kesin bilgi.

‘Çaresiz’ muhalefetin işi bu kez hakikaten daha da zor. Öte yandan muhalefet sözcülerinin dediklerine bakılırsa sanki yine normal seçimlere katılabileceklermiş havasındalar. İkide bir yayınlanan anketlerle moral bulmakla yetiniyor gibiler.

Yine her şey güzel olacak mı? Güzel olması için hilesiz çareler üretilmedikçe elbette olmayacak. Kesin bilgi.

Her şeyden önce ‘Godot’yu Beklerken’ hallerine de bir son vermek lazım. Selçuk Demirel “İki aya yakın bir süredir beklemedeyiz, ama ben Godot’nun gelmesini değil, gitmesini bekliyorum” diye hınzırca yazmıştı.

Eh işte, hazır gelmişken gitmesini beklemek yerine, asıl çözüm Godot’nun canına okumaktır.

Peki, o çözümü içeren hilesiz çareleri kim bulacak? Tabii ki, dayatılana boyun eğmeyen devrimciler.

Devrimcilikte çare hiç tükenmez.