Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olan cari açık Aralık ayında 7,7 milyar dolar gerçekleşti ve böylece 2017 yılını 47 milyar 100 milyon dolar ile kapamış olduk.

Piyasanın yani finans aleminin beklentisi 45 milyar dolar civarındayken, açıklanan cari açık bir miktar beklentinin üzerinde gerçekleşerek, dikkatlerin bir kez daha cari açığa çevrilmesine neden oldu diyebiliriz.

Nedenlerine geçmeden önce 2016 yılından bu yana ödemeler dengesinde yani dış dünya ile olan alışverişimizde ne değişmiş, ne yönde ilerlemişiz (gerileşmişiz) ona bakalım. 2016 yıl sonu verilerine göre, öncelikle dış dünyaya yüzde 42 civarında daha yüksek açık vermişiz. İhracatımız yüzde 10 artarken ithalatımızdaki artış yüze 17 olmuş. Bu durum, ülkenin kendi kendine yetemediğini, dışarıdan mal talebimizin arttığını, gelirlerimizden çok giderlerimizin artıyor oluğunu göstermektedir. Bunu, örneğin kaynakları nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz bir ülke için söylememiz çok anormal olmaz, yani ithalat böylesi bir durumda avantajlıdır da. Fakat her türlü tarım, hayvancılık faaliyetleri için oldukça elverişli topraklara ve iklime sahip, tekstil başta olmak üzere sanayinin diğer alt kolları için gerekli hammadde ve işgücüne sahip ülkemiz için ithalatın hızla artmakta olduğunu söylemek oldukça garip ve üzücü bir durum. Bir şeylerin çok çok yanlış gittiğini sadece ithalata bakarak bile anlamak mümkün. Ve elbette bu yeni bir durum değil. Yaşadığımız şey aslında kaynakların, işgücünün toplumun ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmamasının faturasının anbean kabardığı bir süreçten başka bir şey de değil.

Cari açıkla ilgili gerek ana akım ekonomi analizlerinde, gerek resmi ağızlardan şu ifadeleri sıklıkla duyuyoruz: “Cari açıktaki sorun finansman sorunudur, Türkiye bunu çözmelidir.” İşte bu konuda başımıza ne geliyorsa bu bakış açısından geliyor. Bu şu demek: ‘cari açık finanse edilebildiği ölçüde, sürdürülebilir hale getirilebildiği ölçüde sorun değildir’. Dolayısıyla buna göre, dış dünya ile gittikçe bozulan ekonomik ilişkilerimizin çözümü, finansmanda- içeri ne kadar para sokabildiğimizde yatıyor. Hal böyle olunca faizler yukarı, özelleştirmede tam gaz ileri gaza basılıyor.

Oysa sorun cari açığın neden oluştuğudur. Hangi kalemlerden dolayı açık yaratıldığıdır. Dolayısıyla ülkemiz için sorun üretememe, çağı yakalayamama, giderek yetersizleşme sorunudur. Sıcak para ile bu yetersizliği finanse etmeye çalışmak, cari açığı sürdürülebilir kılmaz, onu hayatımızın kalıcı bir parçası haline getirir.

Ne var ki, bu çözümlerin 2017’de de, önceki yıllar gibi- işe yaramadığı ortada. Portföy yatırımlarında yani nam-ı diğer sıcak para girişlerinde tam tamına yüzde 208 artış yaşamışız. Yani 2016’ya göre 3 kat daha fazla ülkeye para sokmuşuz. Bundaki en büyük pay ise hisse senetlerine ait, 2016 Ocak-Aralık dönemi boyunca 823 milyon dolar giriş kaydedilmişken, 2017’de bu rakam 3 milyar 191 milyon dolara sıçramış. Keza devlet tahvili, hazine bonosu gibi devlet iç borçlanma senetlerinde de 3 kata yaklaşan bir artış yaşanmış.

Fakat tüm bu sıcak para girişlerine rağmen, dış dünyaya şimdi daha çok borçluyuz. Hem de 2003’ten bu yana hanemize yazılan en büyük borçlardan birine sahibiz. En son bu kadar büyük bir cari açığı 2003’te verdiğimizi hatırlayalım.

Enerji ithalatı ve altın ithalatındaki artışın, bu ödemeler dengesinde belirleyici kalemlerden biri olduğunu söylesek de, temel soruna bakmadan şüphesiz her yıl veya her ay aynı sorunlardan bahsediyor olmaktan kaçamayacağız.

Et, baklagiller, sebze ve meyve ithalatındaki artışların kalıcı hale geldiği malum. 1999 yılında yüzde 130’larda olan ithalatın ihracatı karşılama oranının bugün 100’ün altına düşmesinde tarımdaki dışa bağımlılık büyük rol oynuyor. Bu duruma artan nüfusun gerekçe gösterilmesi büyük bir hata! Çünkü Türkiye’nin nüfusuna yeterli olabilecek ve ihraç da edebileceği kaynakları mevcut. Bu kaynakların verimli hale getirilmesi yerine tamamen ortadan kaldırılması, asıl buradaki ana nedeni oluşturuyor. Bu kaynaklar nasıl verimli hale getirilir? Elbette yeni teknolojilerle, bilim ve tekniğin AR-GE çalışmalarına dönüşmesiyle, yeni fikirlerle ve mühendislik becerileriyle. Biz bu etkenleri kullanıyor muyuz? Kullanmamak bir yana yok ediyoruz.

Dolayısıyla bugün bahsettiğimiz cari açık meselesinin aslında bir üretimde gerileme yani bir sanayisizleşme sorunu olduğunun bir kez daha altını çizmeli, bu çerçevede tartışmalıyız. Yoksa ödemeler dengesi bilançosunda, her gelen veriyle birlikte değerlerimizi ne kadar yitirdiğimizi, tahrip ettiğimizi görmeye devam edeceğiz.