Çarıklı Erkanıharp

Çarıklıyı biliyoruz, köylü. Erkanıharpi de bilenler vardır, bilmeyenleri düşünerek söyleyelim, kurmay demek. Kurmay, harp akademilerinde eğitimden geçen subaylar için kullanılıyor. Bir tür yüksek lisans, doktora gibi. Çarıklı Erkanıharp de öyleyse çarıklı kurmay demek, köylü kurmayı yani.

Köylü kurnazı denildiği de olur ama bu o değil, bir zamanlar ‘milletin efendisi’ olan köylünün sanıldığı gibi saf, her söze kanan biri olmadığı, aksine hesabını kitabını bildiği, boş lafa karnının tok olduğu, hatta tam olarak şu sözcükle, ‘külyutmaz’ olduğunun ilanıdır ‘çarıklı erkanıharp’ deyimi.

Akla hemen iki şiir geliyor, ilki İsmet Özel’in 1974 yılında yazdığı “Akla Karşı Tezler”in 4. Bölümü: “Köylüleri niçin öldürmeliyiz? / Bu sorunun karşılığını bulamıyorum/içinden çıkılmaz bi olay, ama önemsiz/köylüleri öldürmesek de olur/hatta onların kalın suratlarını/ görmezlikten gelebiliriz”. Ne de olsa 1974 daha “İşçi-Köylü” yıllarıdır, öncü güç işçi sınıfı da olsa köylüler de kırlardan geleceklerdir! Turgut Uyar da “Kırlardan Geliyorlar” şiirini o sıralarda mı yazdı acaba? “hey koca dünya nasıl avucumuzdasın/nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden/ çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin/elbette kırlardan gelecekler kırlardan/ kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber”.

Şükrü Erbaş’ın, ünü şairi de aşan, az kaldı Şükrü’nün “Fahriye Abla”sı olacak “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” şiiri ise daha sonradır, daha ünlüdür, çok ünlüdür. Şükrü onu okumak istemese de çoğu kere, çaresiz okur. Orada çarıklı erkanıharplerden söz etmez etmesine de, yine de okuyanda ya da dinleyende köylülere dair tuhaf bir his bırakır. Bütün dünyada ama en çok da dünyanın doğusunda köylülerin değişmez ve değiştirilemez oldukları bilinir.

Çoğu kere yaşam koşulları iyi, evleri konforlu, gelirleri yeterli ve gelecekleri pek parlak olmasa da, rahatlarının kaçmasını istemezler. Yetinmekten, yani tevekkülden kaynaklanan bir hal değildir fakat bu. Daha çok da ‘icat çıkarmak’ deyiminde karşılığını bulan bir anlayış, gelenek, görgü ve alışkanlıktır.

Köylüler, icat çıkarılmasından hoşlanmazlar. Hoşlanmadıkları için de icat micat çıkması bir yana, böylesi girişimlerde bulunanlarla alay ederler, bıyık altından gülerler, icabına değilse de seyrine bakarlar. Aslında yaşamaktan korkarlar, yaşamak dediğin bir maceradır onlara göre, ‘amaaan adam sen de aha güzel güzel oturuyok şurda!’ deyip kımıldamak istemezler. Kafalarını çok fazla yormak istemezler, dünyayı onlar düzeltecek değildir ya! Bir nev’i ‘gelen ağam giden paşam’ düsturunu benimsemiş sayılsalar da, onların ruhunu en çok okşayan partilere oy verirler. Oy verdikleri insanlar, partiler de kendileri gibi olsun isterler, zaten öyle de olur. Diğerleri için yanıt hazırdır. Eski köye yeni adet getirmeye gerek yoktur. Gemisini yürüten kaptandır. Her koyun kendi bacağından asılır. Toprağa değil mülke bağlıdırlar. Nara, incire, üzüme, buğdaya, zeytine bağlı olsalar, belki doğayla da araları daha iyi olacaktır. Edebiyatımız, sinemamız toprak, su, arazi ve sınır kavgası, anlaşmazlıkları yüzünden birbirlerini öldüren köylülerin hikâyeleriyle doludur. Akraba cinayetleri de bu nedenle şaşılacak kadar çoktur, baba-oğul-kardeş-kuzen-yeğen-amca, ne olursa olsun, toprak mülkün temelidir!

Değişme korkusu, yaşama korkusudur. Kendi kabuğuna çekilip, etliye sütlüye, tatlıya tuzluya karışmadan gününü geçirmek varken, insan niye daha başka şeyler düşünsün, başka şeyler istesin ki, değil mi? İstemezler, onlara dokunmayan yılan da bin yaşasın, onlardan uzak olsun gidip başkasının kapısını çalsın diye dileyip içlerini birbirlerine kapatır, kendilerini dünyadan saklarlar.

Köylülerin kaderlerini değiştirmeleri, köy çocuklarının, kızlı-erkekli, aydınlanması ve köylerini aydınlatmaları için Cumhuriyet’in kurduğu, Anadolu’nun dört bir yanına deniz fenerleri gibi dağıttığı, ateşböcekleri gibi ışıldayan Köy Enstitüleri de kapatıldıktan sonra iyice söndü köyün ışığı. Sonra göçler, kırımlar, kıyımlar, çatışmalar derken köyler boşaldı, kentlerin yanına kasaba irileri eklendi. Derken “Sen ne güzel bulursun/gezsen Anadolu’yu” günleri hoş bir nostalji olmaktan çıktı, dudaklarda acı bir gülümseme belirmesine yol açtı. Köyler kentleri kuşattı ve memleket büyük bir köye dönüştü. Böylece Şükrü’nün sorusu da yanıtsız kaldı, daha doğrusu ‘Çarıklı Erkanıharp’ deyimiyle tanımlananlar üstün geldi ve onlar hakkında söylenenler doğrulanmış oldu.

Acaba Nazım Hikmet “Türk Köylüsü” şiirinde onları tanımlamıştı da biz mi anlamamıştık, “Topraktan öğrenip/kitapsız bilendir./Hoca Nasreddin gibi ağlayan/Bayburtlu Zihni gibi gülendir./Ferhad’dır/Kerem’dir/ve Keloğlan’dır.” Kemal Tahir’in romanlarında da vardır onlar, az konuşurlar ama çok şey anlatırlar, tabii Kemal Tahir’in de onların yerine konuştuğu çok olur! Peki o şiirden bugüne neler değişti? Hoca Nasreddin, Bayburtlu Zihni, Ferhad, Kerem ve Keloğlanlar nereye gitti? Oktay Akbal’ın Önce Ekmekler Bozuldu dediği gibi, “Kasaba Sıkıntısı” kentlere bulaştı, köyleri sardı ve tümünü kendine mi benzetti? O bilgelik hali, o çok şey anlatan suskunluk, o toprağın ve tabiatın öğrencisi olmanın erdemi, o dayanışmanın, birlikte üretmenin, işlemenin, çalışmanın güzelliği, o söylenişi bile güzel ‘imece’, o ekinde, harmanda birlik olmanın iyiliği, onlar nereye kayboldu, ne çabuk yitti?

Şimdi de kullanılıyor ‘çarıklı erkanıharp’ deyimi. Ama daha çok gericiliği besleyen bir hal içinde. Cumhuriyet’in kazanımlarını küçümseyen ya da kabul etmeyenlere yakıştırılan bir direniş biçimi olarak. Siyaseten. Cumhuriyet’in kimi hatalarını, yanlışlarını unutturmamak için geçmişe sürekli yapılan göndermelerin öznesi kılığında. Böylesine ‘Şark Kurnazlığı’ yaparak. Kaderine razı bir görünüm sergileyerek. Onu ‘yitirilmiş bir uygarlığın temsilcisi’, nasılsa günümüze kalmış bir kahramanı olarak sürekli dolaşıma sokuyor, gündemde tutuyor. ‘Değerler eğitimi’ adını verdikleri şeyin en nadide parçası olarak. 1970’lerde evlerde ‘şark köşesi’ olurdu, bir heybe, bir saz, patik, çarık, halı, nazarlık. O biçim ve içerik değiştirmekle kalmadı, çağ da değiştirdi!
Şimdi bu “çok çiğ çağ”da ‘çarıklı erkanıharp’, tuhaf bir sırıtış gibi duruyor, birazdan da nanik yapacak gibi.