Okul çıkışında yağmur yağıyordu. Durakta otobüs bekliyordum. Kendimi bir toz zerresi gibi hissediyordum. İçim izmarit doluydu sanki

Çarklar benim için dönüyor

SİNEM SAL / @sinemsal

Yıllar öncesinden istemiştim bu mesleği. İnsanlığı değiştirmeyi hedef aldığımdan olsa daha direkt bir yol bulamamıştım. Ailemin okuyan ilk insanı olduğumdan, kazandığım okul ve bölüm büyük bir gururla karşılanmıştı. Yaşıtlarımın çoğu öğretmen çocuğuyken, ben çocuk doğurup onu da gururlandırmanın peşindeydim. Babam anarşistti. İlkokul terkti. Annem daha anarşistti. İlkokula gitmedi.

Çocukluğumun kışları Gemlik’te, yazları ise Kumla’da geçiyordu. Sudan çıkmayan bir balık gibi, izmaritlerin arasında yüzüyordum. Yazdı. Sıcacıktı. Çay bahçesinden kaptığım gazozumu içe içe kumsala inmiştim. Kıyıda durup ayağıma gelen suyun çekilişini seyrediyordum. Parmaklarımın arasına bir izmarit takıldı kaldı. Midemin nasıl bulandığını bugün bile hatırlıyorum. Annemlerin deniz havlularının yanında duran plastik kovamı aldım ve kıyıya vuran izmaritleri toplayıp kumun içinde açtığım derin çukura doldurmaya başladım. Bütün denizi, tüm izmaritlerden temizleyince, yüzecektim.

O yaz, beş ton koyulaştı tenim. Omzum suya değmedi desem yeridir. Başarısızlıkla eve döndüm. İzmaritler suda kaldı.

Kendini bir şeyleri değiştirmeye adamış insan, umutsuzluğu göğüslemeyi bilmeli. Buralara düşmemeli biliyordum. Ama öyle olmuyor işte.

Üniversite eğitimimden sonra İstanbul’un en bilinen özel okullarından birinde öğretmenlik yapmaya başladım. Haftada en az 30 saat derse giriyor, bunların dışında kurs materyalleri hazırlıyor, boş olan her anımda velilerimin hâlini hatırını soruyor, önemli gün ve haftalar için her türlü planı çıkarıp uyguluyor, ufacık bir aksilik için saatlerce azar yiyordum. Pazar günlerim genellikle boştu. Sabahları okul servisine binmek için önce bir minibüse sonra da bir otobüse daha biniyordum. Öğle arasında koşturarak indiğim yemekhanede sıramı bekliyor tabağıma çocuklarla aynı miktarda konulan bir kaşık ıspanakla doymak için gözlerimi kapatıyordum. Varlık içinde yokluktu bu ya da varlık içinde bir sömürü sistemi. Bilmiyorum.

23 Nisan’dı. Farklı ülkelerden öğrenci grupları okulumuza gelmişti. Bir gün öncesinde geceyi hastanede geçirmiştim. Ateşim 39’un altına düşmüyor. Titreyerek merdivenleri inip çıkıyordum. İşin kötüsü gelen gruba tarihi yerleri gezdirecektim. Kendimi tarihe gömülmek üzere olan bir at gibi hissediyordum. Kıdemli öğretmenlerden bir tanesi bana adımla seslendi. “Gelen grupları buz patenine götürsene…” dedi. Gücüm kalmamıştı. Sesimi zorladım. “Hocam, ben dün gece hastalandım da serum taktılar…” diyebildim. O sırada kıdemli öğretmen kahvaltısını yapıyordu. Başını tabağından kaldırdı ve bana baktı “Oh, oh serum taktılarsa iyi gelmiştir. Canım sen bir ilgilen çocuklarla…” dedi. Kendimi bir fıkranın içindeki az sonra gülünecek karakter gibi hissediyordum ya da bir filmin ağlanacak karakteri. Tam da ikisi gibi. Tam masadan kalktığımda beklenen son cümle söylendi. “Hem ateşin varmış. Sıcakta durmak iyi gelmez sana. Rahatlarsın buz pateninde.”

Sonra jenerik girmiş. Bayılmışım. Çizgi filmlerde hayat, adaletlidir. Yüksekten düşene ya da bayılanın kafasına birkaç yıldız yollar hiç değilse.

Aradan birkaç gün geçmişti. Gripten bronşite, bronşitten daha ağır bronşite doğru giden yolda çiçek ekiyordum. Boş dersimdeydim. Günlerdir sandalyeye değmemiş olan bacaklarım metal sandalyeye dokunuyordu. Bir yandan da Hasan Ali Toptaş kitabı okuyordum. Elimde de karton bardakta kahve vardı. Öğretmenlere iki liradan satılan. Bütün işlerimi bitirmiştim. Girdiğim sınıflardaki panoları haftalık olarak yenilemiş, yerlere türlü etiketler yapıştırmış, veli aramalarımı tamamlamıştım. Kıdemli öğretmen odaya girdi. Kitap okuduğumu gördüğünde toplantı yapma kararı aldı. Hepimiz defterlerimizi aldık ve yan masaya geçtik. “Burası,” dedi “hobilerimizi geliştireceğimiz bir yer değildir.” Şaşkındım. Kitaba hobi demiş olamazdı canım. Daha neler. Ben öğretmendim ve boş dersimde kitap okuyordum. Daha normal bir şey olamazdı. Yok yok… kesin ders arasında internetten giysi alışverişi yapanlara diyordum, dedim içimden ya da bütün öğle arası boyunca kocalarından, indirimlerden söz edenleri söylüyordur. Toplantı sonuna alınacak kararları yazıyorken not düştük: “Ders aralarında kitap okunması yasaktır.”

Okul çıkışında yağmur yağıyordu. Durakta otobüs bekliyordum. Kendimi bir toz zerresi gibi hissediyordum. İçim izmarit doluydu sanki. İçime uzanıp izmaritleri alacak ve dışarı fırlatacak bir el bekliyordum. Yaşadığım elbette okul duvarı mermi izleriyle şekillenmiş okullarda çalışan öğretmenlerin yanında belki hiçbir şeydi. Ama yine de bu, kendimi kapitalizmin imzasında nokta gibi hissetmeme engel olmuyordu.

Umudu tazelemek bize özgü bir şeydir. Öteki sabah erkenden uyandım ve balkondaki çiçekleri suladım. İşte benim dünyadan aldığım intikam bu.