Bundan birkaç ay önce, 17 Aralık sanığı Rıza Sarraf hakkında, “Beşiktaşlı olduğunu söyledi. Bana baktığında gözünde Beşiktaşlı ışığı aldım” dedi, herkesi güldürdü. Rıza Sarraf’la yemek yemiş, loca satmıştı. Eleştiriler karşısında pek pişkindi; “Bu Rıza Sarraf suçlu mudur? Bu arkadaş aranıyor mu? Bu arkadaş eroin kaçakçısı mı? Polisler peşinde mi? Ben bu Rıza Sarraf denen arkadaşla iş ilişkisi mi kurmuşum? Bir iş mi yapıyorum? Loca aldı diyorlar. Size soruyorum... Bu değirmenin suyu nereden geliyor?”…

Tahmin ettiniz; BJK Başkanı Fikret Orman söylüyor bunları…

Tayyip’e güzelleme…
Sarraf’la kalmadı, önceki gün sürdürdü pişkinliği ve hatta densizliği; “Tayyip Erdoğan’ın desteği olmasaydı bu stad yapılamazdı. Benden başka kimse de İnönü’yü yıkamazdı. Gezi olayları devam ederken biz stadı yıkıyorduk” dedi lafı bir de çArşı’ya getirdi, adeta Kaçak Saray’a mesaj göndererek;

“Gezi’de her kesimden insan bir araya geldi. Oradaki topluluk kendisine itici bir güç arıyordu. çArşı bu rolü üstlenerek ön plana çıkınca siyasi bir ortamın içine çekildi. Siyaset benim işim değil. Yargılanmada biz kulüp olarak ÇArşı’nın ne karşısında oluruz, ne de yanında. Tapelere baktığınızda yapılan bazı şeylerin de çok masum olmadığını görüyorsunuz…”

Bu yalakalık neden? Beşiktaş gibi demokrat karakteri baskın bir camiada başkanlık koltuğunu işgal eden birinin bu lakırtılarının kıymeti harbiyesi ne? Konuşması uzayınca Tarzan’ın zor durumda olduğunu ve yaltaklanarak Kaçak Saray’dan bir destek aldığını, karşılığında biat ettiğini anlıyorsunuz.

O güzelim Dolmabahçe dokusuna önce Swisshotel, Gökkafes ve trafiği perişan eden tünel kastetti. Son hançeri de “arena” dedikleri bu stadla vurdular. Orman yönetiminin bu ucube stadın inşaatını yüzüne gözüne bulaştırdığını, kulübün borç stokunu katladığını ise herkes biliyor.

Kur zararı 110 milyon
Kendi ifadesiyle, kur artışı nedeniyle Vodafone Arena’nın maliyeti 160 milyon TL’den 270 milyon TL’ye yükselmiş. Bu ne demektir biliyor musunuz? Proje maliyetinin neredeyse yüzde 70 artması demektir. Bu nasıl bir öngörüsüzlük, hatta körlüktür?

2013 ortasında, Fed’in yeni bir para iklimine geçeceğini herkes konuşuyordu. Nitekim Haziran 2013’te dolar/TL paritasi 1,80 TL’den yukarıya hızla yükselmeye başladı, yılın ortalaması 1,90 TL ile bitti. 2014 ortalaması 2,20 TL ile tamamlandı. 2015 ‘in ortalaması 2,80 TL yi bulursa şaşırmamalı. Çarşambanın geleceği perşembeden belliydi. Hiç mi hesaba katılmadı kur ve faiz artışları?

Peki yüzde 70 maliyet artışı nasıl göğüslenebildi? Hatta, proje dışı imar ihlalleri nasıl halledildi? Herhalde Kaçak Saray’dakinin himmeti burada devreye girdi. Bilmiyoruz, açıklarlarsa anlarız. 110 milyon TL’lik kur farkının nasıl göğüslenebildiğini, İBB ile kaçak inşaat meselesinin nasıl halledildiğini…

Öyle ya da böyle, elimiz Fikret Orman’ın yakasındadır. Hem çArşı ile ilgili ettiği Beşiktaşlılık ruhuna kan doğrayan lakırtılar için, hem de Kaçak Saray’a biatı, rüşvet sanığı Sarraf ile muhabbeti nedeniyle…

Politik taraftarlık…
Futbol, içinde yer aldığımız Akdeniz çanağının ortak tutkusu. Bir endüstri olarak aldığınızda Avrupa’nın ilk 7’si içine giriyor Türkiye, futbolda dönen para üzerinden.

Taraftarlık, hele ki 4 büyük kulüp taraftarlığı bir tutku ve aileden geçer. Bir kimliktir taraftarlık. Her kimlik gibi tüm sınıfları dikeyine keser. Kürtlük, Alevilik, kadınlık… Çoğu kimlikte öyle değil midir? İşçi sınıfı burjuvazi ile bu kimlik üstünden aynı safta, aynı forma, aynı bayrak altında buluşur.
Konu futbol taraftarlığı, seyirciliği olunca, bir de endüstriyel futbolun tüketicisi olma çaresizliği vardır. Bu tutku, hızla paraya tahvil edilmiştir. Metalaşmış, ticarileştirilmiştir. Artık arsada değil, borsada oynanmaktadır futbol neredeyse… Taraftar tutkusunun istismarı ile kulüpler artık birer büyük holding durumunda. Stadlar, birer AVM, kulüp başkanları birer CEO halindeler.

Başka bir futbol…
Taraftarlığın, futbol tutkunu olmanın istismarına, sömürülmesine de karşı durmayı bilmek gerekir. Nasıl? Futbolun daha çok metalaşmasına, endüstrileşmesine ve taraftar üstünden anti-demokratik yapılara dönüşmesine, hatta mafyalaşmasına karşı çıkarak, Ak faşizmin basamağı olmasına izin vermeyerek… Bu da taraftarlığın politikleşmesi demektir. çArşı, bunun en güzel örneğidir ve diğer kulüplerin de çArşı boyunda anti-faşist grupları olduğunu Gezi deneyimi ortaya koymuştur.
Futbolun kitleleri uyuttuğu, hem gerçek, hem boş bir ezberdir. Gerçektir çünkü, futbolu politize etmez isen, onu gerçekten bir afyon gibi kullanır egemenler. Bir boş ezberdir, çünkü futbol, aynı zamanda “sokak” demektir. Sokağın mücadelesinin hoş bir koridorudur futbol, politik müdahale olursa…

Tüm metalaştırılan, ticarileştirilen, sömürülen alanlardaki karşı duruşumuzu futbolda da göstererek, futbol üstünden de bu düzenle hesaplaşırız. Bu da futbol taraftarlığını daha çok politize etmek demektir.

Kulüpleri yöneten Orman çakallarına karşı daha çok politikleşme olmalı şiar. Kulüp yönetimine taraftar katılımı, üyelik önünde engelsizlik, şeffaflık, hesap verebilirlik, daha az metalaşma-ticarileşme, asgari talepler olarak geliştirilmeli.

Nasıl Ak faşizme karşı direnip çürüyen düzenin içinden yeni bir hayatı aşağıdan yukarı örgütleme ajandamız varsa, o ajandanın alt başlıkları arasında futbol tutkumuzun istismarına, basamak yapılmasına karşı direniş de var.

Alkolsüz bira satmayı planladıkları o AVM kılıklı arena stadlarına taraftarın, çArşı’nın tav olacağını, yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını sanıyorlarsa, çok yanılırlar… Bu daha başlangıç…