Cumartesi kameralar karşısına bizzat geçip “aday olmayacağım” diyene kadar Türkiye “Abdullah Gül” formülüyle yatıp kalktı. Gül ile Erdoğan arasındaki “soğukluğun” ortaya çıktığı ilk günden itibaren ‘acaba Gül, Erdoğan’ın karşısına çıksa ne olur’ diye sorarak papatya falı açan çok olmuştu. O dönemde Gül’e bel bağlamanın bir sefalet gösterisi olduğunu yazdık durduk. İslamcı faşizmin alternatifi “güleryüzlü İslamcılık” olamaz dedik. AKP’nin devleti ele geçirme, rejimi değiştirme projesinin Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde harfiyen uygulandığını örneklerle anlattık. Ancak baskın seçim kararı sonrasında sanki hiç bunları tartışmamışız gibi Gül formülü yeniden pişirilmeye başlandı. Muhalifiz diye geçinen bazıları Gül’ün adaylığından medet umdu. Biz de kim ‘yetmez ama evetçilik’te ısrar ediyor kim 16 yıldır yaşananlardan gerekli dersi çıkardı bir kez daha gördük.

Gül’ün ‘çatı adaylığı’ konusunda ısrar, liberal restorasyon arayanların siyaseti ve güç ilişkilerini yanlış okuma hastalığının bir uzantısı şüphesiz. Ülkenin karşı karşıya olduğu sorunu yalnızca Erdoğan’ın varlığına indirgeyen, Saray rejiminin Erdoğan’dan çok daha fazlası olduğunu inatla görmek istemeyenler, ‘Gül’den başkasının Erdoğan karşısında şansı yok’ hikayesine tüm muhalefeti inandırmak istedi. Yıllardır yaptıkları tüm analizlerin fiyasko ile neticelenmiş olması bünyelerinde zerre kadar utanma duygusu yaratmamıştı. Hala “en iyisini” bilen onlardı! CHP tabanının beklentisi olan cumhuriyetçi, sol değerleri taşıyan bir aday çıkarma ihtimalini baştan kesmek isteyen bir propaganda yürüttüler. CHP yönetimi içinde bir grup maalesef bu propagandaya çoktandır teşne.

Öte yandan Gül’ün çatı aday olma ihtimalinin Erdoğan-Bahçeli cephesini rahatsız ettiği açıktı. Akşener ve Karamollaoğlu iktidarın sağ siyaseti tekeline almasına 16 Nisan öncesinden bu yana mani olmuştu. Kervana Davutoğlu, Babacan ve nihayet Gül katılırsa meydanda “yerli” ve “milli” hamaseti zorlaşacaktı. Davutoğlu havayı koklayıp Saray’a biat açıklaması yaptı. Ne de olsa İbrahim Kalın’ın yanı sıra Genelkurmay Başkanı da Gül’e gözdağı vermek için gönderilmişti. Ama Gül’ü vazgeçiren Saray’dan görevlendirilen ulaklar değil Akşener’in adaylıktan geri adım atmaması, CHP tabanının da Gül formülüne karşı çıkmasıydı. İleride aday olma ihtimalini harcamak istemeyen Gül, “devlet adamı” duruşunu üzerine giydi, en iyi bildiği şeyi yani kaçak dövüşmeyi tercih etti. Saadet’ten adaylığı değil aday olmamasının vebalini muhalefete yıkarak geri çekildi. Böylece zorlama çatı aday formülü tutmadı; muhalefet partilerinin her birinin kendi adayını çıkaracağı netleşmiş oldu. CHP adayını bu hafta ortasında açıklayacak ve seçim atmosferine tam manasıyla girilecek. İkinci tura seçimin kalmasını sağlayacak şeylerden biri CHP’nin tüm seçmeni heyecanlandıracak bir adayı programıyla beraber çıkarması ve HDP’nin Demirtaş’ın adaylığını kesinleştirmesi.

Parlamentoda AKP ve MHP’yi azınlık konumuna düşürmek cumhurbaşkanlığı seçimi kadar önem taşıyor. Zira güçlü bir parlamento her şeye rağmen tek adam sistemini tıkayabilir. Bu çerçevede CHP’nin “sıfır baraj” stratejisi muhalefet partilerinin milletvekili seçiminde ipi göğüsleyebilmesinin yegane yolu. Aynı zamanda barajı inatla indirmeyen iktidar blokuna demokrasi adına verilecek en güzel cevap. CHP yalnızca seçime girme hakkı kazanmış partileri değil, iktidarın emrivakisi yüzünden oy pusulasında yer bulamayan sol partilerin adaylarını da Meclise taşımalı. Böylece sandığa azami ölçüde katılımı ve temsilde adaleti teminat altına almalı.

İyi Parti “sıfır baraj” denkleminin dışında kalmaya çalışıyor. Akşener’in ‘HDP ile yan yana görünmeyelim, oy kaybederiz’ kaygısı kendi adaylığını memleket menfaatinin önüne koyması anlamına gelir. Zira HDP’nin baraja takıldığı bir seçimde parlamentoda üstünlük ister istemez AKP-MHP’ye geçer. CHP’nin HDP ile tek başına ittifak yapma maliyetini göze alamayacağı da ortadayken HDP’li seçmenin bu dışlanmışlık hissiyle cumhurbaşkanlığı seçimine gitmesi yalnızca Saray’ın işine gelir.

Önümüzdeki 7 hafta boyunca muhalefetin Saray-AKP-MHP iktidarından yaka silkmiş kitlelerin umudunu, cesaretini ve özgüvenini yükseltmesi gerekiyor. 1 Mayıs önemli bir dönemeç. Geçen sene meydanları dolduran emekçiler, kadınlar, gençler “Hayır bitmedi yeni başlıyor” diyordu, bu 1 Mayıs’ta Hayır’ın bitmediğini, çığ gibi büyüdüğünü gösterme zamanı. Unutmayalım 24 Haziran, bir yanıyla 16 Nisan referandumunun ikinci ve son raundudur. Tek adam rejimine, onunla özdeşleşen keyfiliğe, hukuksuzluğa, ekonomik sömürüye, talana dur demenin imkânıdır. Bu imkânı somutlayacak geniş ittifak tabanda kurulmuştur, sağcı bir çatıya, icazetli siyasete, teslim olmuş siyasetçilere ihtiyaç yoktur.