Peker zoraki sessizliğinin ardından dolaylı bir biçimde yeniden sahneye çıktı. Seçimden hemen önce konuşacağı iddia edilen Peker’in neden şimdi harekete geçtiği, yeni ifşa dalgasının sürpriz bir biçimde niçin erkene çekildiği bilinmiyor. Firari mafya liderinin hedefinde yine İçişleri Bakanı Soylu, Mehmet Ağar ve etraflarındaki ilişkiler yumağı var. Peker, “turpun büyüğü heybede” mesajını vermeye devam ediyor. Kendisine yeni müritler ararken hem iktidar kliklerine hem de muhalefete seslenmeye çalışıyor. Belli ki, 1 küsur yıl önce Peker’in konuşmasını tetikleyen parametrelerde büyük bir değişim yok. Devlet içindeki kavgada bırakın suların durulmasını çok daha çalkantılı bir sürece girilmiş gibi görünüyor.
Emekli Emniyet Müdürü Sabri Uzun ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi eski Başkanı Hanefi Avcı’nın sudan bahanelerle rütbelerinin sökülmesi sadece bu isimlerle ilgili bir hamle olmanın muhtemelen çok ötesinde. Bu tip kararlara HSK’nin yaz kararnamesiyle yeri değiştirilen hakim ve savcıları da eklemek gerekir. Söz konusu yer değiştirmelerin bir bölümü ödüllendirme, bir bölümü de sürgün niteliğinde. Görünen o ki, rütbe sökmeler, tayinler, makam savaşları üzerinden devlet içinde seçim öncesi hararetlenen bir mevzi savaşı var.

***

Mevzi savaşını bu noktaya getiren nedenlerin başında iktidar değişimi ihtimalinin eskisine nazaran daha kuvvetli bir hal alması var. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun sıklıkla devlet bürokrasisine hitap etmesi ve bunun kısmen de olsa neticesini alması iktidar mahfillerinde endişe yaratmış durumda. Şayet iktidarı kaybederlerse kılıfına uydurularak saklanan nice şaibeli işin ivedilikle ortaya saçılacağını hissediyorlar. Avcı ya da Uzun gibi isimler üzerinden atılan adımlarla, bürokrasinin eski ve yeni unsurlarına “susun yoksa gitmeden bedel ödetiriz” mesajı gönderiyorlar.
Devlet içindeki itiş kakış, AKP saflarında da karşılığını buluyor. Bülent Arınç başta olmak üzere AKP kurucularından bazılarının ara ara yaptığı siyasi çıkışlar kadar onlara cevap verme yarışına girenlerin Gökçek ya da Metiner gibi simalar olması da düşündürücü. Gökçek ve benzerleri her ne kadar gözden düşmüş olsalar da yargının işlemediği bir zırha bürünmüş olmaktan memnunlar ve bu imtiyazlarını kaybetmemek için her şeyi yapmaya da hazırlar.

***

AKP’liler arasındaki salvolar, devlet bürokrasisinde gözdağı operasyonları, iktidarın küçük ortaklarının kaprisleri, mafya liderinin ifşaları, AK trollerin günah çıkarmaları… Hepsi birer çatırdama sesi doğru, sanki kirişler çatlıyor, duvarlardaki çatlaklar büyüyor, harç dökülüyor. Fakat bunlar sanıldığı gibi Erdoğan’ı büyük bir endişeye sevk etmiyor. Bilâkis çatırtıları, kendisi olmasa binanın çökeceğine işaret eden alametler olarak sunuluyor. Enkaz altında kalmak istemeyen rejim unsurları, birbirlerini yemekten vazgeçemese de Erdoğan’ın etrafında etten duvar olmayı sürdürüyor. Muhalefetin karşısında “ne pahasına olursa olsun Erdoğan’la bir dönem daha” diyenlerin örtük bir koalisyonu var. Muhalefet, binanın dışında çatırdama seslerine kulak kesilmiş, Saray denilen bu “iktidar plazası” çökecek biz aynı yerde, hisselere pek de dokunmadan başka bir müteahhit ve mimarla yenisini inşa edeceğiz diyor. Bu kez iktidar plazasının “akıllı bina” olacağını, halkın üst katlardan manzarayı seyredemese de kolaylıkla binaya girip çıkabileceğini, plaza yöneticisinin bina faturasını halka daha az yansıtacağını vaat ediyor. İşte bu yüzden de çatırdayan iktidar ayakta kalmaya devam ediyor.

***

Yeniyi kurmak cesaret ister, öyle “hisselere dokunmadan” yapılabilecek bir iş değildir. Yeni iktidar binasına en iyi müteahhit, en iyi mimar bulmayı; bina bittikten sonra da en iyi kullanım kılavuzunu hazırlamayı müjdeleyerek geniş halk kitlelerinin inşaata harç taşımasını beklemek olsa olsa bir naiflik gösterisidir.

Sürekli baskıyla, krizlerle, skandallarla, yolsuzluklarla, “ben yaptım oldu” diyen liderlerle vb. demokratik toplumsal reflekslerini ve birlikte eyleme becerisini büyük ölçüde yitiren Türkiye toplumunun yeniyi inşa edecek gücü bulabilmesi, ana akım siyaset vasatının dışına çıkabilecek politik öznelerin çabasıyla mümkündür. Yoksa şeyh cenazesinde boy göstermekle, İslamcıya toz kondurmamakla, serbest piyasa övgüsüyle, masada oturup ona buna makam biçmekle gelinecek nokta en fazla “hele bir sandık gelsin bakalım”cılıktır.