CATO Institute ve kara propaganda

Cato Institute… Bilen bilir… Bilmeyenler için; dünyanın en zenginlerinden olan Koch Kardeşler’in 1977 yılında kurduğu ve cömertçe fonladığı, Washington tabanlı, liberteryen düşünce kuruluşu (think tank). Brookings Institute, Heritage Foundation, Bruegel, Chatnam House ve RAND Corporation ile aynı ligde değerlendirilen, dünyanın en tesirli düşünce kuruluşlarından biri Cato Institute.

Cato’nun yönetim kurulu başkan vekili (executive VP) David Boaz, liberteryenizm üzerine bir sürü kitap yazmış olan, özgeçmişi meçhul bir lobici. Boaz, 2007 yılında ilginç bir makale kaleme almıştı. Makalenin başlığı “Where are the Anti-communist Movies?”, Türkçesiyle “Anti-Komünist Filmler Nerede?”

Boaz, o dönemlerde yeteri kadar anti-komünist film çekilmediğini gözlemleyerek bu yazıyı kaleme almış gibi duruyor. Hakkını teslim edelim, gerçekten de 2007’ye uzanan yıllarda pek anti-komünist film çekilmiyordu. Çünkü bu yıllar kapitalizmin hızlı yıllarıydı. İşsizlik görece düşük seyrediyordu, büyüme oranları hiç fena değildi, finans piyasaları coşmuştu, emlâk sektörü boğa piyasasındaydı ve gelecek beklentileri gayet olumluydu.

Kara propaganda konjonktüre ters yapılır

Böyle güzel bir ekonomik tablo varken neden Sovyetler Birliği’ni, Karl Marx’ı ya da sosyalizmi karalama ihtiyacı hissedilsin, değil mi? Ürün kendini satıyor zaten. Ne ekstra reklama ihtiyaç var ne de rakip markayı karalamaya… Çoğu insanın hâli vakti yerinde. Emeklilik fonları borsaya bağlanmış; borsa arttıkça insanların birikimleri de artıyor. İşsiz sayısı görece az; iş bulamayanlar da zaten “tembel ayak takımı.” Yani insanların kafasını karıştıracak bir durum yok. Statükodan memnunlar. Bu şartlar altında ortalama insanın sosyalizme meyletmesi zaten beklenmez. Dolayısıyla, ekonominin iyi gittiği zamanlarda kara propagandaya pek gerek olmaz.

Fakat tarih bu iyi gidişlerin fazla uzun sürmediğini bize tekrar tekrar göstermiştir. Dolayısıyla gün gelecek balonlar patlayacak, borsalar çökecek, ekonomi krize girecek, işsizlik artacak ve evsizlik rekor kıracaktı. Hele bir de bu kısa süren bir döngü değil de sistemik bir kriz ise ayıklayın pirincin taşını. Uzun süren duraklama dönemlerinde insanlar, yavaş yavaş, sistemi sorgulamaya başlar. Kapitalizme olan memnuniyetsizlik arttıkça alternatifler üstüne düşünürler. Kitapçılar iyi bilirler, Das Kapital ve Komünist Manifesto satışları konjonktüre karşıdır (counter-cyclical). Kriz dönemlerinde Das Kapital satışları 8-10 kat artar; ekonomi toparlanırken de düşer. Aynı şekilde, kara propaganda da konjonktüre terstir. İşler kötüleşince insanların sosyalist fikirlere meyletmesini engellemek için kara propaganda yükselir. Ekonomi tıkırındayken, yani “kızıl tehdit” söz konusu değilken, kara propaganda yavaşlar. Öte yandan, ekonomi genişlerken bile işler herkes için iyi gitmez. Hali vakti yerinde olanlar genişlemeden memnunken göreli sefalet yaşayan bilinçli bir grup insan hâlâ sosyalist fikirler etrafında toplanabilir.

Liberal endoktrinasyon

Atanamamış ideolog David Boaz bunu çok iyi biliyor ve meydanı boş bırakmamak gerektiğini piyasaya duyurmak istiyordu. Yazısında, Sovyetler Birliği artık tarihte kalmış olsa bile Küba, Çin ve Vietnam gibi ülkelerde komünizmin hâlâ devam ettiğini, bu yüzden de anti-komünist filmlerin çekilmeye devam edilmesi gerektiğini salık veriyordu. Hatta daha da ileri gidip, anti-komünist hikâyeleri bilmeyen genç senaristlere “Komünizmin Kara Kitabı ile başlayabilirsiniz” diye yol gösteriyor; Ukrayna’daki kıtlık, Mao’nun Kültür Devrimi, Macar Devrimi, Che Guevara’nın Havana’daki infazları gibi başlıkları senaryo konusu olarak tavsiye ediyordu.
Hani mahalle maçlarında derdik ya “adamın gol diyor” diye. Adamınız gol diyor işte. Herif resmen kara propaganda filmleri çekmek için Hollywood senaristlerine ulu orta gaz veriyor. Bunu yapan dünyanın en “saygın” ve en etkin lobi kuruluşlarından biri olan Cato Institute’nin bir numarası David Boaz.

Hadi bunu geçtim, 50’li yıllarda anti-Amerikan ve pro-Sovyet/Sosyalist/Sendikacı filmler çeken yönetmen, senarist ve oyuncuların kara listeye alınıp işsiz bırakıldıklarını, yazılan senaryolara nasıl içerik polisliği yapıldığını da biliyoruz (bkz. McCarthyism). Daha hâlâ propaganda ve kara propaganda mekanizmasını “büyük oyun görüldü” ya da “üst akıl devrede” diye akılları sıra dalgaya alan liberalleri Ayn Rand’a (cc) havale ediyorum.

Liberallerin bir kısmı çıkar elde ettikleri için liberaldir. Ya sermayeleri vardır ya yüksek yöneticidirler ya da en azından bunlardan biri olma potansiyeline sahiptirler. Bunların kapitalizmi savunmaları ve sosyalizmi istemiyor olmaları çok anlaşılabilir bir şey. Çünkü çıkarları bu yönde. Peki ama işsiz, güçsüz, güvencesiz insanlar kendilerini köleleştiren kapitalizmi nasıl canla başla savunurlar? İdeolojik endoktrinasyon ile… Propaganda mekanizmasının inceliği ise aslında olmadığının düşünülmesidir. Olağan Şüpheliler filminde Verbal Kint, özel ajan Kujan’a, “Şeytanın çektiği en büyük numara, dünyayı aslında var olmadığına inandırmaktır” der. Propaganda bilgisine ikna olmuş liberallere göre sosyalizm “zaten” kötü bir sistem olduğundan kastî bir karalama yapılmıyor, (sözde) doğrular oldukları gibi aktarılıyordur. Yerseniz…

İdeoloji bu kapitalist sistemin bir parçası olduğu için anti-komünist propagandaya karşı da mücadele edilmelidir. Defaatle söylediğim gibi, eğlence çağında propaganda “Komünist Diktatörlük Müzesi” ile değil Netflix, HBO, sosyal medya vesaire ile yapılır. Çok güzel diziler olduklarını ben de biliyorum. Fakat bu kültürel bağımlılık zincirlerini kırmadan fazla ileri gidemeyiz.