Akademisyen, aktivist, araştırmacı gazeteci, yazar İmre Török ile hayatı, edebiyatı, politikayı ve üçlemenin ikinci kitabı Cavidan’ı konuştuk

Cavidan’ın diktatöre karşı direnci en büyük özelliği

İREM UZUNHASANOĞLU - @irem_uz

1949’da Macaristan’da doğan İmre Török, daha sonra politik sebeplerden dolayı ailesiyle Almanya’ya yerleşmiş; kariyerine akademisyen, aktivist, araştırmacı gazeteci ve yazar olarak devam ediyor. ITEF ve Goethe Enstitüsü işbirliğiyle edebiyat etkinliklerine katılmak üzere Türkiye’yi ziyaret eden Török ile Türk Alman Kitabevi’nde buluşup bu söyleşiyi gerçekleştirdik. Kendisiyle hayatı, edebiyatı, politikayı ve NotaBene Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmış olan romanı Cavidan’ı konuştuk. Simultane çevirisi için Ayşe Nilgün Öztekin’e teşekkürler.

»Sevgili İmre Török, kendinizden bahsederek başlayabilir miyiz? Son dönem uğraşlarınız neler?

Merhaba, Güney Almanya’da yaşıyorum, senelerce akademide doçent olarak çalıştım, halen çeşitli fakültelerde Yaratıcı Yazarlık Dersleri veriyorum. On senedir Alman Yazarlar Sendikası’nın başkanlığını yürütmekteyim. Kalan vakitlerimde de kısa öyküler yazıyorum. Her gün yazmaya çalışıyorum, bazen sekiz saat, bazen yarım saat yazıyorum. Yaz aylarında ise yeni bir romana başlama planım var. Elinizde tuttuğunuz Cavidan romanı bir üçlemenin ikinci kitabı. Birincisinin ismi Fillerin Adası’ydı, orada Cavidan sadece bir kaç cümlede geçiyordu, daha ziyade Macaristan’ı ve babamı anlatmıştım. İkincisinde Cavidan’ı anlattım. Üçüncüsünde ise annemi ve Weimer’ı anlatmayı planlıyorum. Böylece aile hikâyem tamamlanacak. Bunu yazmaya mecburum.

»Aynı zamanda tiyatroyla da ilgileniyorsunuz. Peki tiyatro ve edebiyat sizce iç içe mi? Birbirini ne kadar besliyor?

Benim için tiyatro ve edebiyat çok yakın. Uzun yıllar Sindelfingen Devlet Tiyatrosu’nun yöneticiliğini üstlendim. Çok severek ve heyecanla yaptığım bir iş oldu. Tiyatro benim içime işlemiştir, annem de Weimer’da ünlü bir opera sanatçısı ve baş balerindi. Cavidan da ünlü bir tiyatro yazarıydı fakat birçok eseri kaybolmuş, arşivlerde yok olmuş, bu aralar bunları bulmaya uğraşıyorum. Savaş esnasında kaybolduğunu düşünüyorum. Tiyatroyla olan bağım bir aile hikâyesidir ve edebiyatla iç içe geçmiştir. Amerika’daki bir edebiyat profesörü, Cavidan’ı okuduktan sonra bu kitabın tiyatro eseri kıvamında yazılmış olduğunu belirtmişti. Benim için her iki sanat dalı da iç içe geçmiştir.

cavidan-in-diktatore-karsi-direnci-en-buyuk-ozelligi-467229-1.»Almanya’ya okumaya geldiğinizde, Tübingen Üniversitesi’nde marksist filozof Ernst Bloch’un öğrencisi olduğunuzu biliyoruz. Hayatınız ve düşünceleriniz üzerindeki etkisi nedir? Bizimle ilginç bir anınızı paylaşır mısınız?

Ailem beni çekirdekten bir demokrat olarak yetiştirdi. Çocukluğum Macaristan’da diktatör Janos Kadar dönemine denk düşer ama ne mutlu bana ki ailem o diktatöre karşıydı. Bu yüzden de tahsil için Almanya’nın en eski üniversitesi olan Tübingen’e geldim ve burada Bloch’un öğrencisi olma şansına nail oldum. Ailemden sonra beni ikinci etkileyen kişi Bloch’tur. İlginç anıma gelince, 1969 senesiydi, Bloch o zaman bayağı yaşlıydı, bir gün benden sunum yapmamı istemişti, devasa bir amfideydik ve ben utangaç bir delikanlı olarak karşısında tir tir titriyordum. Konuyu şimdi hatırlamıyorum ama karşımda dikkatlice beni dinlemiş ve piposunu içmişti. Fazla yorum yapan biri değildi. On beş dakika sonra ağzından piposunu çıkardı ve hiç duyamayacağınız o iki kelimeyi söyledi “sehr gut” yani “çok iyi.” İşte o zaman mutluluktan tavana yükseldiğimi hissetmiştim.

»Yazarlığınızın yanı sıra, dünya barışı için emek veren bir aktivistsiniz ve etnik gruplar arasında kültürel köprüler kurmak için uğraşıyorsunuz. Sonra birileri gelip bu köprüleri yıkıyor. Sizce yıkılmaması için ne yapmalıyız? Genç nesil barışa nasıl katkıda bulunabilir?

Bu konuda büyük çaba sarf ettiğim doğrudur, bunun için çok seyahat etmek gerekiyor, o ülkeleri, milletleri, dinleri ve kültürleri tanımam gerekiyor. Avrupa’dan Afrika’ya kadar gezdim. Türkiye’de ise Kürt yazarlarla birlikte Suruç, Kobane ve Diyarbakır’a gittim. Kobane’nin neredeyse yüzde sekseni İŞİD işgali altındaydı. Kobane’ye atılan bir bombanın bir kilometre uzağındaydık, önce dumanları gördük, sonra insanları duyduk, herkes canhıraş koşuşturuyor ve çığlık atıyorlardı. Gün be gün, saat be saat kadınların ağlayışlarına şahit olduk. Kobane’de ölenler gömülürken oradaydık, esir düşenleri gördük. Biz oraya tarihe tanık olmak için gittik, bunları değerlendirmek için belgelememiz gerekiyordu. Oradaki kadınlar ve yaşlılar yanımıza gelip “lütfen bunu yazın, bütün dünya bunu bilmeli ve unutmamalı” dedi. Bizim görevimiz dünyaya bunu unutturmamaktı. O yaşadıklarımın üzerinden seneler geçti ama hâlâ ağlıyorum. Hayatımda yaşadığım en acı olay diyebilirim. Yine de oraya gidip onlara şahit olduğum için hiç pişman değilim. İyi ki o yazar grubunun içindeydim, tek yabancı yazar bendim, birçok yazar davetliydi, korkudan gelemediler, ben de korkuyordum ama gittim. Bunlar bazen kalbin verdiği kararlar olabiliyor, insanın kendisinin de anlayamayacağı şeyler... Gençlere önerim ise; çok seyahat edin, illa tehlikeli olması gerekmiyor, yeter ki gözlerinizi dikkatle açın ve kalbinizle görün. Demokrasinin ve hümanizmin önemini o zaman anlayacaksınız. Bu tip değerleri neden müdafaa etmek zorunda olduğunuzu o zaman anlayacaksınız.

»İngiliz Kuram uzmanı Terry Eagleton, “Politika edebiyatın içine bir şekilde girmeye mecburdur” diyor, bu gerçekten bir zorunluluk mu? Kobane’de yaşadıklarınızdan da yola çıkarak edebiyat ve politikayı ayrı yerlere konumlandırabilir misiniz?

Tabii ki içinde politika olmayan şeyler yazabilirsiniz, sadece polisiye ya da aşk romanı da yazabilirsiniz. Ya da canınız sadece kedi hikâyeleri yazmak da isteyebilir. Yazar olarak politikayı parantez içine alırsak şöyle bir tehlike oluşur; politika çok güçlenir, edebiyatı ve edebiyatçıları yok edebilir. Bu yüzden tüm yazar ve sanatçılara politik sorunlara da değinmelerini tavsiye ediyorum. Tabii ki her şiirinizde ve romanınızda olacak değil ama entelektüellerin görevi etrafındaki olayları gözlemleyip, bunlara uyanık olması, ve edebiyatını da bu gerçeklerin üzerine kurmasıdır.

»Almanya Yazarlar Sendikasının başkanı olarak size sormak istiyoruz, yazarlarınızın ne gibi sorunları oluyor ve hükümetiniz bunları çözmek için uzlaşmacı yaklaşıyor mu?

Hem Alman Yazarlar Sendikası başkanıyım hem de PEN üyesiyim, bundan dolayı birçok davaya katılıyorum, izliyorum. Hatta Türkiye’de Pınar Selek davasını bile izledim. Almanya’da da birçok sorun oluyor tabii ki, intihal, korsan kitap, sosyal ve hukuki sorunlar var. Bunları çözmek adına çalışıyoruz. İşin idari kısmında görev aldığım için enstitü ve bakanlıklarla sıkça görüşüyorum, onların haklarını korumak için birçok hukuki metin okuyorum. Özellikle yabancı ülkelerde yaşayan Alman uyruklu yazarların haklarını gözetiyoruz. Hükümet ve Kültür Bakanlığı bu konularda en güçlü destekçimiz.

cavidan-in-diktatore-karsi-direnci-en-buyuk-ozelligi-467231-1.»Amazon.com, Türkiye’ye giriş yapmak üzere, bunun hakkında da görüşlerinizi alabilir miyiz? Türkiye’deki yayın camiasını neler bekliyor?

Büyük sorunlara hazırlıklı olun, tabii ki avantajları da var ama birçok yayınevi ve kitapevi bundan kötü etkilenebilir. Almanya’daki yayınevlerinin sorunları sırf bu yüzden büyüdükçe büyüyor. Amazon çok güçlü olduğu için kitap fiyatlarını aşağı çekebiliyor bu da kâr marjının düşmesine sebep oluyor. Bu da hem yayınevi hem de yazarlar için kritik bir durum oluşturuyor. Amazon yazarlara kitap basma imkânı da sunuyor, onlara teklif götürüyor, bu bazı yazarlar için iyi bir şey olabilir ama özellikle E-kitapların çoğalması, kitabevleri için değil. Büyük yayınevleri buna karşı durabiliyor ama küçükler zorlanıyor. Avantajı da sansür ve otokontrole karşı durmanız olabilir, devlete satılmış olan medya kuruluşlarınızın karşısında Amazon’un durması iyi bir şey olabilir.

»Biraz da kitabınız Cavidan hakkında konuşmak isterim. Cavidan, benim gözümde Doğu ve Batı’nın iç içe geçtiği bir masal. Bu masalda Gestapo da var, Mısır Prensesi de... Doğu ve Batı’yı bir köprüyle birleştirmişsiniz, peki Cavidan’ın misyonu bu mu? Siz neler diyeceksiniz?

Harika bir teşhis bu, evet, Cavidan’ın misyonu tam da bu. Romanımda işlemek istediğim şey buydu, Cavidan’ın üstlendiği Doğu ve Batı’yı birleştirme misyonunu çok önemli bulduğum için üzerinde uzun uzun çalıştım. En önemlisi de diktatöre karşı direnciydi. Hitler’in on iki yıllık diktatörlüğü, Cavidan’ın hayatının önemli bir kesimiydi. Eleştiri yapmaktan kaçınmayan güçlü bir kadındı o. Ben de bu misyonu ondan devraldım. Köprülerin inşası bir kere yapılıp bitecek bir iş değil, her zaman devam etmeli. Doğu ve Batı birbirine düşman olmamalı, etkileşime girmeli. Cavidan’ın bu misyonundan çok etkilendiğim için yazdım, akrabam olduğu için değil. Bu harika şahsiyet akrabam olmasa da yazardım. Hayatı algılayışından, dimdik duruşundan feyz aldım.

»“Göçmenler insan değildirler! Avlanmış, Kovalanmış, huzurları bozulmuş varlıklardır, en zalim adalet, onların insanlığını ve en yoksul hayatlarını bile ellerinden çalmıştır” diyorsunuz kitabınızın bir yerinde. Siz de mültecisiniz, politik nedenlerle kökünden koparılmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu cümleler benim değil, Cavidan’ın. Onun kitabından birebir aldım çünkü kendisinin ruh ikizim olduğunu düşünüyorum. İkimizin İstanbul’a olan aşkı bile aynı. Kökünden koparılma mevzu ise derin, her türlü zorunlu göç ve sürgün asla kapanmayacak büyük bir yaradır. Bizler bu durumla nasıl başa çıkılacağını öğreniyoruz, politik tehditlere karşı dikkatli oluyoruz. Bazı göçmenler hemen adapte olabiliyor ama bazıları hayatlarının sonuna kadar sorun yaşıyorlar. İşte bu kitapta aidiyeti ve köksüzlüğü sorguladım, düşüncelerimi bu romanda bulabilirsiniz. Bu izi hep kalacak olan bir acıdır. Benim durumumda dramatik bir olay yok, gidemediğim zamanlar oldu ama artık ne zaman istesem gidebilirim. Politik sebeplerden dolayı gidip dönemeyenleri, ömrü hapishanelerde geçenleri anlayabiliyorum. Ben de zamanında gitmeye zorlandım, bu her zaman bir yara olarak kalacak. “Canım Fransa’da yaşamak istiyor” diyerek gitmediğiniz sürece bu bir sürgündür. Hem ülkenizden hem de dilinizden sürgün olursunuz.

»Son olarak aşkı sormak istiyorum. Cavidan çok güçlü bir kadın olmasına rağmen, bir başkası için fedakârlık yapıp dinini değiştiriyor ve özgürlüğünü kurban ederek birinin haremine kapanabiliyor. Bu çelişkiyi nasıl yorumlayacaksınız?

İşte bu en zor soru. Aşk, hayatımızdaki en büyük soru sanırım. Bu çok öznel bir hikâye, eğer kalbin çok büyükse, çok şey verip, çok fedakârlık yapabilirsin, bir başkası için çok fazla şey yaparsın, örneğin dinini değiştirirsin. Birisi için ateşin içinden bile geçebilirsin. Birinden tüm bunları yapmasını asla isteyemezsin, bu gönül işidir. Yapmak istersin ve yaparsın. Cavidan’ın durumu da anlaşılması pek kolay değil, onu tanıyan herkes deli olduğunu düşünmüş. Aslında çok zeki bir kadın ama aşk uğruna yapabilecekleri de çok. Bunu normal bir kadın yapmayabilirdi. O aşk uğruna beste yaptı, resim yaptı, yazı yazdı, Kahire’ye gitti ve hareme kapandı. Haremdeki birinci kadınmış ama diğer tabii ki kadınlar da varmış. Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’yı o kadar çok sevmiş ki... Onun için her şeyi göze almış. Aşk bazen bunu hak ediyor.