Toni Morrison kelimelere ruh üfleyen, onlara kendilerine ait bir varoluş katıp akmakta olan hayata salan yazarlardandı. “Edebiyatın gücü”yle kastedilenin ne olduğunu anlamak için onun anlattığı herhangi bir hikâyeye kulak vermek yeterli.

Caz'ın ritmi, Sevilen'in yaraları, Süleyman'ın Şarkısı'nın kanatları

BURCU ALKAN

“Yalnızlığın ince karmaşıklığını öğrendi: rengin dehşetini, sessizliğin kükreyişini ve tanıdık nesnelerin hareketsizce duruşunun tehditkârlığını.” (Merhamet)

Toni Morrison kelimelere ruh üfleyen, onlara kendilerine ait bir varoluş katıp akmakta olan hayata salan yazarlardandı. “Edebiyatın gücü”yle kastedilenin ne olduğunu anlamak için onun anlattığı herhangi bir hikâyeye kulak vermek yeterli. Nitekim Pulitzer ve Nobel dâhil onlarca ödül aldı. 1993 yılında Nobel Akademisi ilk defa siyah bir kadına ödülü verirken onun “öngörülü” romanlarında “Amerikan gerçekliğinin temel bir unsuruna hayat verdiği”nden bahsediyordu. Bahsettikleri temel unsur Amerikan toplumunun ve tarihinin yapıtaşı olan siyah kadınların ve erkeklerin bugün de devam eden varoluş mücadelesidir. Benim gözümde Akademi ona Nobel vererek Morrison’ı değil, onun gibi müthiş bir yazarın adının yanına ödülünü iliştirerek kendisini onurlandırmıştır.
Morrison 1931’de Ohio’da doğduğunda henüz Alabama’da Rosa Parks otobüste beyaz bir adama yerini vermediği için tutuklanmamıştı ve Jim Crow yasaları hala geçerliydi. Çocukluğu ve ilk gençliği siyahların ve beyazların birlikte yaşadığı ender mahallelerden birinde geçen Morrison siyahlar için kurulan üniversitelerden biri olan Howard’da edebiyat okudu. Cornell’de yüksek lisans yaptıktan sonra bir süre üniversitelerde çalıştı. Akademik hayatı bırakıp yayıncılık sektörüne geçtiğinde, özellikle Random House’daki editörlüğü boyunca, siyah yazarların seslerini duyurabilmeleri için çabaladı. Siyah bir kadın olarak beyaz-erkek-egemen Amerikan toplumunda varolmanın zorluklarını biliyor, sahip olduğu pozisyonu benzer imkânları başkalarına sağlayabilmek için kullanmayı önemsiyordu.

İlk kitabı En Mavi Göz 1970 yılında yayımlandı. Yazarın doğduğu yerde, Lorain, Ohio’da geçen bu ilk roman siyah olduğu için kendini çirkin hisseden Pecola’nın “mavi gözler”e sahip olsa kaderinin değişeceğine inanmasını anlatır. Onu 1973’te Sula, 1997’de Süleyman’ın Şarkısı, 1981’de Katran Bebek, 1987’de Sevilen, 1993’te Jazz (Caz), 1997’de Cennet, 2003’te Aşk, 2008’de Merhamet, 2012’de Home (Yuva) ve son olarak 2015’te Tanrı Çocuğu Korusun takip etti. Morrison, romanlarının hemen hepsinde kişisel zaman ile tarihsel zamanın iç içe geçtiği, çok sesli anlatılar kurar. Yarattığı karakterler kendi hikâyelerini aşan trajedilerin yükünü taşırken çetrefil güncel dertleriyle de boğuşur.

Morrison için siyahların hikâyeleri sadece temel bir toplumsal sorun, ideolojik ya da siyasi bir çatışma alanı değildir. Hatta onun metinlerinde aleni bir ideolojik söylem ya da doğrudan tarihsel hikâyeler pek yoktur. O romanlarını siyahların deneyimlerini beyazlara anlatmak için yazmamıştır. Onun meselesi Amerikan toplumundaki ayrımcılık ve ırkçılığın kişiler arasındaki ilişkilere etkisi ve siyahlar üzerinde yarattığı baskıdır. Bu baskının nesiller boyunca bir yük olarak nasıl değişip dönüştüğünü ve katlanarak varlığını devam ettirdiğini anlatır. Onun anlatıları siyahların ellerinden alınan insanlıklarının geri teslim edilmesi çabası, bir varoluş kavgasıdır. Siyahlar kendi sesleri arttıkça ve kendi hikâyelerini kendileri yazdıkça varlık alanlarını genişletecek, toprağa kendi köklerini salacaklardır.

Toni Morrison’ın edebiyatı tüm sahiciliği, samimiyeti, hiddeti ve kudretiyle siyah olmanın derinlerinden kopup gelen, köleliğin travmalarıyla harmanlanmış bir edebiyattır. Yıkılmış ailelerin, insanlıktan çıkarılmış kadın ve erkeklerin, bir mal olarak alınıp satılarak paramparça edilmiş ruhların hikâyeleri. Açık yaralar, irinli yaralar, iyileşmeye çalışılan yaralar... Örneğin, 1988’de Pulitzer ödülü alan Sevilen romanının hayaletlerine kayıtsız kalmak mümkün değildir:

Sethe barakada talaşların üstüne çökmüştür. Kanlar içinde küçük kızı Denver’ı emzirmektedir. Yakınında yaralı iki oğlu oturmaktadır. Az ötede büyük (aslında emekleme çağında olan) kızı boğazı kesilmiş, cansız yatmaktadır. Sethe evlatlarını köle tüccarlarına teslim etmektense güvende olacaklarından emin olduğu bir yere göndermek istemiştir. Onun cinneti evlatlarını korumak için çırpınan bir annenin tükenişidir.

İster Sethe’nin öznel gerçekliğinin penceresinden ister toplumsal tarihin temsiliyeti açısından bakılsın, Amerika’daki kölelik sisteminin yarattığı yıkıma dair yazılagelmiş en etkileyici metinlerden biridir Sevilen. Morrison enfes anlatımıyla bir annenin kendi evlatlarını öldürmeye teşebbüs etmesinin yol açtığı ahlâki sorgulamaları onu o noktaya getiren sistemin ahlâki çöküntüsüyle çarpıştırır. Yazarın diğer birçok romanı gibi Sevilen’de de okurun nefesinin kesildiği, onu sürüklenerek okumaya devam etmeye ya da bir an için de olsa durup nefeslenmeye zorlayan sertlikte sahneler hikâyelerin içsel hiddetini ele verir.

Morrison’ın romanları sadece bölgesel bir gerçeğin ve edebiyatın ürünleri değil, insanlık durumuna dair evrensel sözler söyleyen dünya edebiyatı metinleridir. Benlik algısı sorunlarına benlik saygısı meselelerini katarak tüm varlığı elinden alınmış, hayatları çalınmış ve kimliği hiçe sayılmış insanların hikâyelerini anlatır. Onun karakterleri tıpkı “siyah-olmayan” benzerleri gibi özgürleşmeyi, kendileri olmayı, uçmayı, tutkuyu ve aşkı öğrenir ve tüm bunları ırkçı bir toplumda kendilerine yer edinmek için mücadele ederken yapar.

Toni Morrison çağdaş Amerikan edebiyatının en kuvvetli kalemlerinden biriydi. Amerika’nın kirli tarihiyle mücadele ederken ve insanlığa dair yakıcı hikâyeler anlatırken edebiyat eserinin kendi türsel bütünlüğünden asla taviz vermedi. Dil ve hikâye anlatıcılığı onun için çok kıymetliydi ve kuvvetli bir Afro-Amerikan edebiyatın siyahların toplumda hak ettiği yeri edinebilmesi için önemli olduğuna inanıyordu. Güçlü sesi, müthiş üslubu, derinlikli hikâyeleri, çarpıcı imge dünyası ve akıp giden, peşine takıp sürükleyen diliyle İngilizce’nin gerçek bir ozanıydı. 2012 yılında dönemin Amerikan Başkanı Barack Obama’nın Toni Morrison’a Başkanlık Özgürlük Madalyası’nı verdiği anın aslında ne kadar büyük bir an olduğunu kavrayabilmek için nasıl bir tarihsel bağlama ait olduğunu anlamak gerekiyor. Morrison metinleriyle böylesi bir kavrayışı mümkün kılmayı arzuluyordu. Toni Morrison’ların tarihsel gerçekliğinden bakarsanız 2012’nin 1993’ten büyük olduğunu görebilirsiniz.

Her ölüm gibi, büyük yazarların ölümlerini de kaçınılmazlığın çaresizliğiyle karşılıyoruz belki, ama onlardan yeni metinler okuyamayacak olmak sanırım bu kabullenişi biraz daha zorlaştırıyor. Toni Morrison kelimeleriyle Caz’ın ritminde, Sevilen’in yaralarında, Süleyman’ın Şarkısı’nın kanatlarında nesiller boyunca hikâyelerini anlatmaya devam edecek.