Türkiye’de Caz, MUBI’de gösterime girmesiyle yeniden gündeme geldi. Yönetmen Batu Akyol, caz müziğinin farklı kültürlere temas eden bir iletişim aracı olduğuna vurgu yapıyor: “Onlar için bu bir muhabbet biçimi.”

Caz müzik bir iletişim biçimi
Fotoğraflar: Mubi

Erkin Can SEYHAN

Türkiye’de Caz adlı belgesel film, MUBI’de gösterimde. Belgesel, caz müziğinin ve müzisyenlerinin Türkiye’deki durumunu, gelişim evrelerini ve etkileşimlerini Türkiye’nin tarihiyle paralel olarak inceliyor. Filmin yönetmeni Batu Akyol, halihazırda Londra’da yaşamaya ve kurduğu Turquazz Culture adlı platform ile Türkiye’den caz müzisyenlerini ve mekânlarını Londra ile buluşturmaya devam ederek iki şehir arasındaki etkileşimin köprüsünü kuruyor. Cazın beynelmilel bir olgu olduğunu ve coğrafyalardan beslendiğini söyleyen Batu Akyol ile Türkiye’de Caz’ı konuştuk.

Türkiye’de cazın filizlendiği dönem ile günümüzü sosyolojik açıdan nasıl kıyaslıyorsunuz? Belgeselde vurgulandığı bağlamıyla 6-7 Eylül’den sonraki çoraklaşma, bugün hangi noktaya geldi?
6-7 Eylül’den sonra azınlık kimliğine sahip olan ve ülkeyi terk eden farklı kültürdeki insanların yokluğu ile büyük bir eksilme yaşandı. Caz müziği batılı sazlarla çalınıyor. Batılı sazlar üzerine eğitimi ve geçmişi olan insanların adapte olabildiği bir müzik. Mesela Ermeni cemiyetlerindeki kilise ayinlerinde çok sesli müzik kullanılıyor. Bu kültürde çok sesli müziğe dair ısınma, erken yaşlarda başlıyor. Bu da onların fark yaratmasını, hızlı gelişmesini sağlayan bir avantaj. Bundan dolayı cazın öncüleri diyebileceğimiz büyüklerimizin çoğu, gayrimüslim cemiyetlerden çıkan insanlar. 6-7 Eylül gibi zenofobik tutumlar sonucunda gelişen olaylar, ülke için birer talihsiz durum. Bu da bir çoraklaşma yaratıyor.

Türkiye, bugün de göç alan ve farklı kültürlerin gelip geçtiği bir ülke. Zamanında azınlıkların ülkeyi terk etmesinden sonra onların niteliklerinin burada kalan müzisyenlerde daha sonra ortaya çıktığını gördük. Bunu varsaydığımızda Türkiye’de kısa ve orta vadede, Orta Doğu kaynaklı değişik tandansları İstanbul’da görmeye başlayacağımızı düşünüyorum. Cazın dönüşümü bunun gibi olmadı. Çünkü cazın beynelmilel olduğu inanışı vardı. Ben buna katılmıyorum. Cazın coğrafyadan ciddi biçimde beslendiğine inanıyorum. 6-7 Eylül’den sonra bir Türk cazı gelişmedi ama ne zaman bu coğrafyanın öğeleri caz müzikte kullanılmaya başlandı, o zaman işler biraz değişmeye başladı. 6-7 Eylül’ü yaşayan Türkiye ile bugünkü göç alan Türkiye arasında bu açıdan farklılıklar olduğuna inanıyorum.

Batu AkyolBatu Akyol

Belgeselde de bahsedildiği üzere ‘Blue Rondo a la Turk’ parçasının ilham kaynağı İstanbul. Türkiye ve caz arasındaki uyumlu noktaları sizden dinleyebilir miyiz?
“Caz, caz müzisyeninin yaptığı müziktir.” diye bir cümle var. Blue Rondo a la Turk, bunun tam karşılığı bir parça. Kullanılan aksak ritim ve Türkiye’den aldığı ilham ile Türk müziği ile özdeşleşiyor ve bu cümlenin altını dolduruyor. Caz, insanların kendi hayatlarından ve kültürlerinden beslenir. Cazcıların bir yaşama şekli var. Onun içinde de onlar seyirciye müzik yapmazlar. Onlar için bu bir cemiyet toplantısı veya rakı sofrası gibi bir muhabbet biçimi. Onlar 6 veya 7 insan olarak sahneye çıkıp performans gösterdiklerinde aralarında aktif bir iletişim oluyor. Bu konuşmalar, sololar özelinde bölgelere kayıyor tabii ki. Farklı tonlarda, makamlarda sesler ortaya çıkıyor. Bu, caz standartları içinde bir karakter yaratmak demek. Cazın belli bir yere ait olup olmadığı büyük bir tartışma konusu. Bence Amerika’yı ve dünyanın geri kalanını kıyaslamak daha anlamlı. Amerikan caz kültürü daha nettir ve onlar buna sahip çıkarlar. Ama farklı coğrafyalarda, Amerikan cazından esinlense bile her ülkenin kendi kültürünü yansıtan performanslar var.

Türkiye’de Caz, Emek Sineması’na atıfta bulunarak başlıyor. Bununla birlikte belgesele arşiv kıtlığı nedeniyle “Türk Caz Tarihi” ismini vermediğinizi ifade etmiştiniz. Arşiv oluşturamamakla birlikte hafıza mekânları da yok edilen bir ortamda belgesel üretmeyi nasıl tarif ediyorsunuz?
Bir ülkenin, özellikle de Türkiye gibi büyük kültürel zenginliği olan ülkelerin arşiv kültürünün olması gerekiyor. Bugün bile herhangi büyük bir konser, etkinlik olduğunda bunların saklandığı ulusal bir arşiv sistemi Türkiye’de yok. Türkiye’deki konserlerde birçok yaşayan efsane sahne alıyor ve onların performanslarını bir şekilde kaydetmek gerekiyor. Türkiye’de arşiv konusunda çok yetkin insanlar var. Bu durum onlarla çözülebilir ama çözülmekten de ziyade arşiv sisteminin günlük rutin hizmetler kadar basit ve sistemli bir mantığa oturması gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de Caz, çok sayıda insanın anlattıklarından beslenen ve sözlü kültüre dayanan bir belgesel olarak mümkün mertebe her şeyin ilklerini anlatmaya çalıştığım bir film noktasında kaldı. Çok sayıda insanın anıları ve anekdotları var ama bunlar belgelere, metinlere dayanmıyor. Belgesele sığdıramadığımız çok fazla şey olduğu için “Türk Caz Tarihi” ismini kullanmadık.

caz-muzik-bir-iletisim-bicimi-1103194-1.