Sarı Yelekliler’in Porsche marka bir arabayı ters çevirip parçalaması mülkiyet sevdalılarında büyük bir infial yaratınca “o kadar uzun boylu değil” demeye ve eylemcileri vandallıkla, barbarlıkla, medeniyet düşmanlığıyla suçlamaya başladılar. Dünyanın her yerinde böyledir; kapitalizmin demokrasi anlayışı mülkiyete dokunulana kadardır, mülkiyet kapitalizmin kutsalıdır ve mülkiyet düşmanlığı en büyük suçtur.

Oysa, tam da Marx ve Engels’in söyledikleri üzere, “kapitalizmin varlığının zorunlu koşulu, toplumun büyük bir çoğunluğunun mülksüzlüğü”dür, yani küçük bir azınlığın lüks arabalara binip, lüks evlerde oturup, lüks bir hayat yaşayabilmesi için toplumun geri kalanının mülksüzleştirilmesi gerekmiştir.

Kapitalizmin günümüzdeki yönetme teknolojisi diyebileceğimiz neoliberalizm, her şeyi piyasalaştırarak bu mülksüzleştirme sürecini derinleştirmiştir. Özelleştirmeler aracılığıyla kamusal varlıkların sermayeye devrinden tutun da eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamusal hizmetlerin ücretli hale getirilmesine uzanan genişlikte, bu süreç halen devam etmektedir.

İşte Sarı Yelekliler’i ortaya çıkaran şey tam olarak budur: Her şeyin piyasalaşması her şeyin bir fiyatının olması demektir ve fiyatı olan şeyleri ancak parası olanlar alabilir, daha çok parası olanlar ise daha çok şey alabilir.

Neoliberalizm artık sadece alt sınıfları değil, orta sınıfları da yoksullaştırmaya başlamıştır, sadece yoksul ülkelerde değil, Batıda da gelir dağılımı neoliberalizm öncesiyle kıyaslandığında bozulmuş, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum daha da artmıştır.

Dolayısıyla mesele basitçe Macron hükümetinin getirmiş olduğu akaryakıt vergisi değildir, o sadece “bardağı taşıran son damla”dır. Tarih boyunca dünyanın farklı coğrafyalarında sayısız vergi isyanı olmuştur ve vergi isyanları, yoksulluk isyanlarıdır. Vergi isyanları, doğrudan devletin ve yönetici sınıfın hedef alındığı ve “artık yeter” denildiği isyanlardır. Şu an Fransa’daki de bir vergi, yani yoksulluk isyanıdır ve elbette ki bir sınıf isyanıdır.

Meseleye dair yazılarda, Fransa solunun bir bölümünün “ceplerine dokunulana kadar seslerini çıkarmadılar” diyerek bu eylemleri küçümsedikleri söyleniyor. Oysa asıl mesele tam da budur, yani insanların ceplerine dokunulmasına, yani mevcut ekonomi politikalarına itiraz etmesidir. İnsanlar önce ekmek için sokağa çıkarlar ve geriye kalan şeyleri orada, eylemin içerisinde, deneyimleyerek öğrenirler.

Batı solu, uzunca bir süredir kimlik siyaseti bataklığından kafasını kaldırıp sınıftan, sömürüden, kapitalizmden söz etmeyi unuttuğu için şimdi Sarı Yelekliler’i küçümsüyor olabilir, oysa bu eylemler daha şimdiden neoliberalizme karşı tarihin en büyük toplumsal itirazlarından biri olarak kaydedilmiştir ve sola yeniden bir alternatif haline gelmesi, yeniden toplumsallaşabilmesi için büyük bir fırsat sunmaktadır.

Sarı Yelekliler’in 42 maddelik listesi, vergide adalet, herkesi kapsayan bir sosyal güvenlik sistemi, herkes için konut, insanca ücret gibi talepleriyle, açıkça eylemlerin ve eylemcilerin yüzünün sola, kamuculuğa, halkçılığa dönük olduğunu göstermektedir.

Öte yandan son yıllardaki diğer örneklere de benzer bir şekilde, bu eylemler de, bir örgüt ya da bir parti tarafından organize edilmemekte, kitleler politik bir öncü ve programdan yoksun olarak sokağa çıkmaktadırlar.

Eğer “anlatılan senin hikâyendir” diyorsak, sol hem dünyada hem Türkiye’de bu kitlelerle nasıl bir ilişki uracağı, başka bir toplumsal düzeni nasıl gerçek bir alternatif haline getireceği üzerine kafa yormalı, düşünmelidir.