Aristoteles’e göre felsefeyi yeryüzüne indiren kişi Sokrates’ti. Aristoteles haklıydı. Öğretmeninin öğretmeni olan Sokrates, gerçekten de felsefe tarihini kendisinden önce ve sonra olmak üzere ikiye bölmüştü. Her şeyi sorgulayan, sorgulanmayan hiçbir şey bırakmayan Sokrates, Atina sokaklarında dolaşarak rastladığı herkesle, hemen her konuda konuşmuş, insanların doğru bildikleri birçok şeyi yeniden sorgulamasını sağlamıştı. Ölüme mahkûm edilmesinin nedeni de […]

Aristoteles’e göre felsefeyi yeryüzüne indiren kişi Sokrates’ti. Aristoteles haklıydı. Öğretmeninin öğretmeni olan Sokrates, gerçekten de felsefe tarihini kendisinden önce ve sonra olmak üzere ikiye bölmüştü. Her şeyi sorgulayan, sorgulanmayan hiçbir şey bırakmayan Sokrates, Atina sokaklarında dolaşarak rastladığı herkesle, hemen her konuda konuşmuş, insanların doğru bildikleri birçok şeyi yeniden sorgulamasını sağlamıştı. Ölüme mahkûm edilmesinin nedeni de tam olarak buydu. “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” diyen filozof canı pahasına sorgulamalarını sürdürmüş, hatta ölüm gecesini de dostlarıyla birlikte böyle bir sorgulamayla geçirmişti.

Sokrates yalnızca felsefi gelenekte başlattığı büyük kırılmayla değil aynı zamanda bilmeye ve bilgiye ilişkin yaklaşımıyla da bugün hala yerli yerinde sapasağlam durmakta. “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” sözü insan-bilgi denklemindeki açıklayıcı gücünü hala -eşsiz biçimde- korumakta.

Bilmek, kuşkusuz, insan soyunun istese de engel olamayacağı bir süreç. Çünkü insan bir canlı ve her canlı bilir, hatırlar. Ancak canlıların bilgiyi işleme, kategorize etme, kullanma ve hatırlama biçimlerinde farklılıklar var. İnsan, soyutlama, bellek ve daha karmaşık sorunları çözebilme becerisinde diğer canlılara göre oldukça ileride. Kafatasının içerisindeki 1,5 kilogramlık organ birbiriyle bağlantı içerisindeki 100 milyar nöron ve milyon kere milyar bağlantı noktalarıyla çözümlenememiş, bilinemeyen bir işletim sistemi olarak omuzlarımızın üzerinde durmakta. Dolayısıyla insan yalnızca bilmiyor, ‘bu olağanüstü teknolojik donanımı’ sayesinde bilgiyi aktarıyor ve hatta bilgiyi soyutlayarak başka bir dile dönüştürebiliyor.

İşte bunca karmaşık bir sistem içerisinde ‘yalnızca biliyor olmak’ cehaletten başka bir şey değil. Ancak bundan daha beteri var ki, o da modern insanın bilgiyle olan sorunlu ilişkisi. Her şeyi bilebilme gayreti, bilgiyle her şeye hükmedebileceği yanılgısı. Bilmenin kendi başına bir değer olarak görülmesi. Bilmenin bilgiden daha değerli olduğu yanılgısı her zerremizi kapsamış durumda -Oysa öyle olmadığı için felsefe vardı ve hala var.-

Cahillikse bir şeyi bilmemek değil. Bir şeyin bağlamlarını anlayamamak ve bilgiyi havada, kendi başına asılı bırakmak. Örneğin ‘yalnızca’ bir makinenin nasıl çalışacağını, bütün özelliklerini bilen; onu söküp her türlü arızasını tamir eden kişi cahildir. Ama o makinenin dünyayla bağlantısını çözmüş kişi değildir. Benzer şekilde, bir doktor, bir mühendis için de geçerli bu. İsterse kansere çare bulmuş olsun, isterse Mars’a gidecek aracı yapmış olsun, yalnızca bunların bilgisine sahip doktor da mühendis de cahildir. Oysa yaptıkları işlerin yaşamla olan bağlantısını kuranlar değildir.

Bağlamlarından koparılmış bilgi yalnızca teknolojinin ilerlemesini sağlar ki bu kuru ve yavan ilerlemenin insanlığı getireceği nokta evrensel bir yok oluştan başka bir şey olmayacaktır. Ve bu hazin yok oluş -Don DeLillo’nun Beyaz Gürültü’de* söylediği gibi- ölümsüzlüğe karşı bir iştah yaratarak yaklaşmaktadır. İnsanın büyük açmazı, insan-soyunun kendi eliyle yarattığı en büyük dehşet budur. Yalnızca biliyor olmak gün geçtikçe, insanın sonunu hazırlamaktadır. Yaşam, bağlamlarından koparılmış bilgi eliyle son bulacaktır.

*Aktaran: Mark O’Connell, Makine Olmak, Domingo Yayınları, 2018, İstanbul.