Yaşam, çok açıdan seçim hakkı sunar. Yanlış olanı seçmek bir tercihtir ve sonunda da kader diye adlandırılır.

Kader olarak adlandırılan süreci devam ettiren kişi, cehaletin kaynağından çıkan şiddet etrafındaki ve kendine göre tercih ettiği bağımlılıklarının etkisi altındaki tüm canlı cansız varlıkları etkisi altına alır.

Kaos burada başlar.

İşte orası tüm sosyal alanlar gibi, bizde futbolu da kapsar.

Trabzon’daki olayın faili veya Trabzonlu faillerin karıştığı şiddet olaylarının sorumlusu tek başına bunlar değildir.

Bu bir süreçti. Tıpkı Türkiye gibi!

12 Eylül darbesiyle başlayıp, BOP Projesi ile devam eden, ülkenin tüm kazanılmış değerlerinin kaybedilmesi üzerine kurgulanmış, ülkenin içini boşaltma operasyonudur.

Trabzon’un, Ankara’nın nasıl içi boşaltıydıysa, Trabzonlu da, Ankaralı da bundan nasibini fazlasıyla aldı.

Esas sorun; emperyal emeller üzerine kurgulanmış olan bu projenin Türkiye ayağını yürütmeye meyilli insanların fazlasıyla içimizde var olması ve duygusal bedel(!) karşılığı olarak ortaya çıkmasıdır.

12 Eylül'ün kazandırdığı bu kişiler, onlar için nasıl kazanç ise bizler için tehlikeli kayıplarımızdır.

Ve verdikleri zararlar bizim kaderimiz oldu.

Cehalet sistematik bir kurgudur. İnsanın içinde başlayıp örgütlü hale gelen bir kurgudur. Ülkelerin kullanılma zafiyetleri bunu en çok belirleyen etkendir. Bu zaman diliminde devlet eliyle cehalet örgütlenir.

Eğitim araç ve okullar birer hücre evi haline getirtilir. Tabi ki bu siyasi yapılanmadır.

Futbol her zaman bu siyasi tercihler ve kurgular için kullanılmaya en elverişli toplumsal dizayn operasyonunu içinde barındırır.

O başkanlar bu yüzden medyada pohpohlanıp, allanıp pullatılıp tepsi içinde kamuoyuna sunulur ve seçilir.

O yüzden bu ultra statlar yapılır.

O yüzden passolig gibi uygulamalar ile insanlar kayıt altına alınır ve yönlendirilmeye elverişli konuma getirilir.

Hakemler, futbolcular, teknik direktörler farkında olmadan kullanılmaya yönlendirilmiş birer kurban haline getirilmiştir.

Ülkenin bekası için yapılan stat ayinlerinde birinden biri muhakkak kurban verilir.

O kurban olmanın kaderini yaşarken, gladyatör olarak ortaya atılan ise sistemin kahramanı ilan edilir ki; eylem sisteme endeksli olmak zorundadır.

Sportif başarı diye bir beklenti içinde olmak sadece ahmaklıktır.

Her şey kurban olmaları üzerine oynanmıştır.

Çarşı gibi grupların stat eylemleriyle muhalif bir yapı ortaya çıkaracaksa; ya stad yıktırılır ya da statlar basılarak maçları cezaya sokulur.

Her bakımdan içi boşaltılmış ülkenin sürü psikolojiyle girdaba sokulan cehalet kılanlarının eylem alanı, tabi ki bu kadar iyi kurgulanmış ve şifrelenmiş futbol sahaları olur.

Muhtarların akademisyenleri eleştirmesiyle sistem Nirvana’ya ulaştı.

Sistemin bekası artık muhtarlardır.

Tıpkı o statlardaki hakeme saldıran genç gibi, Ankaragücülü yöneticiler gibi…

Amedspor ve Fenerbahçe iyi birer hedef halindeki konumlarını korumak zorundadırlar. Onlarsız alan bulmak mümkün değil, siyasi olarak kolay fakat spor üzerinden toplum dizaynı için bulmak zordur. Her şekilde Fenerbahçe ve Amedspor can pazarı sendromu içinden çıkartılmıyorlar.

Çünkü bir şekilde şiddete maruz kalacak hedef kitleye ihtiyaç vardır.

Cehaletin sistematik kurgusu şiddet ile linçtir ve kendine farklı uygulama alanları bulmak zorundadır.

Ha,

Pereira’nın taktik eksikliğiyle dinamik kurguyu oturtamamasının gerekçelerini burada yazmak benim için kolay.

Ya da Şenol Güneş’in bir türlü istikrarlı oyunu sağlayamamasının gerekçelerinin kişisel ve kurgusal sorunlarını da anlatmak kolay ama şu an için bir şey ifade etmiyor.

Sadece kendimizi kandırmış oluruz.

Geçek çok acı bir şekilde karşımızda duruyor.

İnsanlığın bitirildiği ve insan hayatının hiçe sayıldığı bir ortamda, masaya yatırılacak şeyler çok farklı olmak zorundadır.