Manavgat güzel bir Avrupa şehri şıklığıyla karşıladı bizi. Mehmet Kaptan’a emanet ettiler. Nehir sağlı sollu iyi korunmuş, çirkin otelleri saymazsak huzur veriyor. Teknemizin adı “Kelebek”. Kaptan çayımızı da düşünmüş, koyulduk yola

‘Cehalete hizmet eden demokrasi!’

1

Manavgat güzel bir Avrupa şehri şıklığıyla karşıladı bizi. Kitap fuarlarının çokluğu, okuru artırıyor mu, emin değilim, ancak yurdun her yanında duyarlı ve aydınlanmacı bir kesim olduğunu gözlüyorum. Bugüne dek neden bu güzel beldeye gelmemişim diye hayıflandım doğrusu. Manavgat Irmağı çevresi yaşam merkezi haline dönmüş, köprülerin güzelliği, özgür insanların gülen yüzü hemen dikkat çekiyor. Bir şehirde kadınların özgür dolaşabilmesi, rahatsız edilmeden dilediğince giyinmesi, yiyip içmesi artık nadir bulunur bir özellik haline geldi. Konumuz bu ya işte… Aydınlanma konuşacağız akşama…

Sarsıcı sıcağa ve neme karşın okur geldi. Yazarla okur arasında gelişen dostluk, sırdaşlık bazen derin iz bırakıyor. Aydınlık yüzlü bir kadın, bir süredir çocuğunun uyuşturucu bağımlısı olduğundan söz açtı ve çaresizliğine dile getirdi. Uzun uzadıya başına gelen sorunları anlattı. İktisadi olarak süreci taşımasının güçlüğünden, çocuğunun can güvenliğinin kalmayışından ve hiçbir kurumun yardım etmemesinden yakındı. Bazı zamanlar ne diyeceğini bilemez insan. Yirmi yaşında bir genç kadının yaşamdan vazgeçme öyküsüydü işittiğim…

Söyleşi başladı, aklımda bu çaresiz kadın vardı… Ne de aydınlık bakıyor ve umut arıyordu oysa…

2

cehalete-hizmet-eden-demokrasi-338545-1.

‘Evrim’ tartışmalarının güdüklüğü şaşırtıyor bazen. Her din ve inanç doğal olarak iktidar olmak ister. İnancını yaymak arzusu, iyi niyetli bile olsa bir iktidar sorunu doğurur. Geleneksel anlayış, tanrı eliyle seçilmiş kulların insanlığa yol göstermesi biçimindedir. Eğer ‘evrim’ olgusu yerli yerine konur ve tartışma derinleşirse, ki bence konu çoktan açıklığa kavuşmuştur, büyük kitleler uzlaşı sağlarsa dersek daha doğru; tanrıdan gelen bu yetkiyi krallar, padişahlar, halifeler kullanamaz hale gelir. Modern imparatorlukların komutanları da aynı sınıfta kuşkusuz! Anımsayalım hem baba hem oğul Bush, tanrı tarafından özel olarak görevlendirdiklerini söylemiyor muydu?

Kendinde tanrısal yetiler olduğunu düşünmenin ciddi bir hastalık olduğunu bilimciler kanıtlamış durumda. Biraz okuryazar kimse bu konudaki araştırmalara bakabilir. Ben son dönem kütüphanemi beynin gizi üstüne yazılmış kimi hayli zor okunan kitaplarla doldurdum. Doğrusu karınca adımıyla ilerliyorum okurken. Biyoloji, gen bilimi, modern tıp ve artık alabildiğine gelişkin ruh bilimi bize çok şey söylüyor. İnsanların tarih boyu meczupların peşinden gitmesi de rastlantı değil elbet. Köktendincilik ve din savaşları da, şaşırtıcı olmayan biçimde, bu iktidar kavgasının sonucu.

Demokrasi cehalete mi hizmet eder her zaman?

3

‘Evrim’ çalışmaları, dolayısıyla tartışmaları Charles Darwin ile başlamış değil. Ancak Darwin yoluyla en sağlıklı, bilimsel gözleme dayanarak somut veriler elde ettiğini biliyoruz. Kimilerinin maymunlarla yakın akraba olmaktan pek hoşlanmadıkları için, hayli kibirli biçimde buna isyan ettiklerini bilsek bile, bu hakikatle yaşamak zorundayız. Romancı merakı mıdır, yoksa son dönem iyice düşkün olduğum yaşamöyküsü okuma merakından mıdır, Charles Darwin’in “Otobiyografi”sine sarıldım hemen. Pinhan Yayınları’ndan okuduğum ilk kitap. Evrim olgusunu açığa çıkaran adam nasıl biridir? İyi soruydu, düştüm peşine…

Merak içsel bir dürtü sanırım. Böcekleri, bitkileri inatla toplama arzusu, davranışlarını, gelişimlerini bilme isteği kendiliğinden midir acaba? Hem baba hem dede Darwin’e bakarsak, ailenin Charles gibi bir çocuğa doğru yol alması şaşırtıcı değil. Bir insan, koca yaşamı münzevi biçimde, adanmış halde sadece bir bilgiyi elde etmek için harcıyorsa, orada durmak ve derinlemesine düşünmek gerek. Üstelik çağın düşünce ortamına baktığımız zaman evrim meselesini din çevrelerinin onca baskısı karşısında savunmak hiç kolay değil. Charles deney ve gözlemleri sonunda sormaya başlıyor ve din kurumuna isyan ediyor. Kendini Deist olarak tanımlıyor.

Charles Darwin’e saldıranlar neyi yok etmek istemekteydi acaba? Hakikat buyruklarla, kanunlarla değişmez ki! Canı sıkkın olduğu bir zaman arkadaşı Huxley bir alıntıyla avutuyor dostunu. Goethe’den;

“Her balinanın bir biti vardır.”

4

cehalete-hizmet-eden-demokrasi-338544-1.

Sevimsiz biri olmayı göze almadan yaratıcı olmak mümkün değildir. Tüm ömrünü bir bilgiye adayan kimse için sabırlı olmak gerekli. Bir yandan da çeldirici olan ne varsa, uzak durmak en önemli koşul. Bilimle uğraşan insanların zihinleri nasıl işler, diye düşünürüm. Önce bir sorun ortaya koyar kişi, sonra gözler ve deney yapar, sonucunda dilediği veriye ulaşamayabilir de üstelik. Darwin gözlem süresince fikir üretmemek gerektiğini söylüyor. Bulgular geldikçe yorumlamak doğru, diye ekliyor. O halde önce sorunu oluşturmak, sonra olabildiğince yansız, sabırla beklemek ve nihayetinde elde olanlardan bir çıkarıma ulaşmak gerekiyor. Yöntem belirleyici.

Darwin’in yaşamöyküsünde beni en çok şaşırtan şiirden, müzikten, resimden zevk almadığını söylemesi oldu. Otuz yaşına dek; Milton, Gray, Byron, Wordsworth, Coleridge, Shelley’in şiirlerini okumaktan haz duyan Charles Darwin bu arzusunun kaybolduğunu söylüyor. Güzel manzaralara bakmaktan hoşlanmasına karşın, buna bir resim zevki denemeyeceğini söylüyor. Müziğin tat vermek yerine, çalıştığı konulara dair hararetli düşünmesine yol açtığını ekliyor. İlginç olan romanlara düşkünlüğü… Kötü sonla bitmeyen romanları sevdiğini, baştan sona sevilebilecek en az bir karakterin olması gerektiğini yazıyor otobiyografisinde. Ekliyor: “Hele bu karakter güzel bir kadınsa” birinci sınıftır, diyor.

5

Yaşamöyküsü okumanın eğlenceli yanı adını, tanınmışlık gerekçesini bildiğimiz kişilerin, bizim gibi sıradan yaşamlarına tanıklık etmektir. Kimi zaman onların dostlarıyla tanışma fırsatımız da olur. Ömrünün ciddi bir bölümünü yakıcı bir hastalığın pençesinde geçiren Darwin, bir yandan da ‘evrim’ konusunda yayınladığı kitaplarla saldırı altındaydı. Başlı başına bir yazı konusudur gericiliğin iktidarı ve demokrasi ilişkisi. Dünyayı bilgeler yönetse nasıl bir yer olurdu, bu gerçekçi bir beklenti midir, tartışılmaya değer doğrusu. İktidarın zorunlu olarak faydacı olmaya götürmesi kişiyi, bir tür çürüme anlamına gelir kuşkusuz.

Charles Darwin sevdiği bir dostundan söz ederken, keskin gözlemlerine ve haklı isyanına da yer veriyor. Altını çizdim. Her tür ‘hayır’ işinin ardından bir çıkar gelmesi, düşündürücü ve tiksindirici kuşkusuz…

“Babbage’ı oldukça sık ziyaret eder ve onun meşhur akşam davetlerine düzenli olarak katılırdım. Söylediklerine kulak verilmesi gereken biriydi. Aynı zamanda hayal kırıklıkları olan mutsuz da bir insandı. Yüzünde ekseriyetle kasvetli bir ifade olurdu. Görünüşte somurtkan olsa da gerçekte o kadar da mutsuz biri olduğuna pek inanmıyorum. Bir gün bana tüm yangınları etkili biçimde durdurmanın bir yöntemini bulduğunu söyledi ve “Yöntemimi kimseye bildirmeyeceğim – herkesin canı cehenneme, bırak hepsinin evleri yansın” demişti. “Hepsi” derken Londra’da ikamet edenleri kastediyordu. Başka bir gün de İtalya’da yol kenarında bir tulumba gördüğünden tulumbanın üzerinde inançlılıkla alakalı birtakım sözler yazılı olduğundan bahsetti. Tulumbanın sahibi Tanrım ve ülkem aşkına, yorgun yolcular su içebilsinler diye bu tulumbayı buraya dikiyorum diye bir yazı bırakmış. Bu sözleri okuyan Babbage da tulumbayı yakından incelemiş ve fark etmiş ki herhangi bir yolcu kendisi için su pompaladığında aslında tulumbanın sahibinin evine daha çok su ulaşmasını sağlıyormuş. Babbage bu olayı anlattıktan sonra dindarlıktan daha çok nefret ettiğim tek bir şey var, o da vatanperverliktir deyiverdi. Babbage’ın kalkıp birine vurmasına hiç gerek yoktu zira insanı laflarıyla döverdi.”

6

Manavgat’ta ikinci ve son günümüzde bizi Mehmet Kaptan’a emanet ettiler. Nehir sağlı sollu iyi korunmuş, çirkin otelleri saymazsak huzur veriyor. Teknemizin adı “Kelebek”. Kaptan çayımızı da düşünmüş, koyulduk yola. Rus ve Arap turist dışında pek yabancı olmadığından söz etti. Yerli turistin bolluğu sevindirici gibi görünse de, şehre pek katkı yaptığı söylenemez. Binlerce yataklı, dev oteller her “her şey dahil” sistemi üstüne kurulu. Bölge insanı bu alışkanlığı aşmak için, nehirde gezi yapan teknecilerle anlaşmış. Yolculuk sırasında, yemek zamanı gelince nehir kenarında gözlemeciler görüyorsunuz. Nehir buz gibi, yüzmek cesaret işi… Atlayanları gördükçe heveslendim doğrusu. Bunaltıcı sıcaklarda, rakının ardından ayılmak için uygun.

Bir ara Mehmet Kaptan dümeni bana emanet etti. Doğrusu pek denizcilikle aram yok. Onca sevmeme karşın pek meraklı değilim bu işlere. Bölgenin balık çeşitlerinden konuştuk. Sağlı sollu alabalık çiftliklerini gördüm. Pek lezzetli değildir gerçi. Güveçte yapılırsa, içine biraz biber, domates atılırsa lezzeti gelir. Bir yandan ilk kez duyduğum Kuzu balığından söz etti kaptan. Doğrusu merak ettim. Adı biraz tuhaf gerçi… Nehrin sonunda boğaz dedikleri bir yer var, orada tekneyi kullanmak beceri istiyor, Mehmet Kaptan bana güvendi, manevrayı yaptım, dönüş yoluna girdik.

Manavgat Belediyesi bölgenin ekonomisini canlı tutmak için elinden geleni yapıyor, buna sevindim. Mutlaka güz vakti gideceğim yeniden… Mehmet Kaptan bölgeye çöreklenen sinsi cemaat, tarikat yapılarından söz etti. Bu zehir her yanda! Bu dünya güzeli coğrafyayı kirletmeseler bari…

7

Ustam: “Sen bu gerilimli yaşamı sürdürürsen kırkı zor görürsün” derdi. Şimdi elliye doğru yol alıyorum, demek tahminin ötesine geçtim. Sevdiğimiz insanlarla, günlük kavgaları aşıp, derinlemesine söyleştiğimiz oluyor mu sahiden? Dostluk nedir mesela, sınırları nereye gider? İçi boş cümlelerden kurtulup, incelikli tartmak gerekiyor. Kimi düzenli bir yaşamın güvencesine sığınır ve öyle devam eder. Bazılarımız çalkantıdan kaçamayız. Biliyorum ki, bedenimiz bazen anımsatır bize sağlıklı olmak için, özenli davranmak gereğini! Öyle günlerdeyim yine. Bazen durmak, duyumsamak gerekir.

Sığ tartışmaların esiri olduğumuz doğru. Elden ne gelir ki, yaşanan çağ dostluğunda biçimine karar veriyor. Aşkların, dayanışmanın, yoldaşlığın sınırları da farklı… Elbette sabırsızlık çağında olduğumuz da biliyorum. Ustamın kurduğu cümle irkiltici, ilk gençliğimde söylemişti bunu, erken uyarı diyelim. O zamanlar kırk yaş pek uzaktı, şimdi geçince o yoldan, buruk bir gülümseme…