“Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir” demiş Hallac-ı Mansur. İşkence edip öldürdüler. Kesik başını ibreti alem olsun diye günlerce sokaklarda dolaştırdılar. Üzerinden bin yıl geçti. Ne o karanlık bitti ne de o acıya ses olanlar sindi. İnsanı gerçeğin peşine düşüren, işte en çok da, o sağır cehennemin kapısını çerçevesini kırıp yıkma isteği. Tıpkı altı yıl önce, Ensar Vakfı’na ait yurtlarda 45 öğrencinin tecavüze uğradığı haberiyle skandalı gündeme taşıyan BirGün muhabiri Serbay Mansuroğlu’nun yaptığı gibi ve tıpkı bir hafta önce İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Gümüşel’in 6 yaşındaki kızı H.K.G’yi 29 yaşındaki müridi Kadir İstekli’yle ‘evlendirip’ yıllarca istismara uğramasına sebep olduğunu kamuoyuna duyuran BirGün yazarı Timur Soykan’ın yaptığı gibi… Gazetecilik, o karanlık cehenneme alev alev yanan bir meşaleyle girmek demek. Kahramanlıktan değil, gazetecinin tek bildiği bu olduğundan. Bakmayın siz, belgeli haberi küçümseyen, ‘din düşmanı solcu basının işi’ deyip sahibinin köşelerinden sallayanlara… Onlar kapı kolu. Tarifeleri belli, fix menü. Mürit badeleme peşindeki ‘şeyhlerin şıhların’ da ne söylediğinin önemi yok. Burada asıl mesele devletin, kurumların, yöneticilerin, siyasi iktidarın ne deyip ne demediği, ne yapıp ne yapmadığı!

***

Hafıza tazeleyelim. Skandal ortaya çıktığında AKP Muğla Mv. Nihat Öztürk başarılarının gözardı edildiğini söylediği Ensar Vakfı önünde ‘inadına destek’ çağrısı yapmıştı. Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu, hizmetleriyle gurur duyduğunu söylediği Ensar Vakfı evlerinde yaşanan istismarın “bir kere yaşanmış bir hadise” olduğunu ve kurumun yıpratılmaması gerektiğini savunmuştu. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, tecavüz raporlarına rağmen, vakfın töhmet altında bırakılmasının doğru olmadığını söylemişti. Oysa tacizci bir öğretmendi. Ama o da sorumluluk alanını vakfın itibarını korumak ile sınırlandırmıştı. Neydi bu koruma çemberinin sebebi diye soracak olursak cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinde gizliydi. Ensar Vakfı, Erdoğan’ın dindar nesil yetiştirme amacına hizmet ediyordu. Dolayısıyla dokunulmazdı. Lekelenemezdi. Ve iş, o asla gözümüzün önünden gitmemesi gereken fotoğrafa kadar varmıştı. Mecliste konuyla ilgili araştırma komisyonu kurulması önerisini reddeden AKP’li vekiller, Bakan Ramazanoğlu’nun çocuklara yönelik istismarda ihmali bulunduğu gerekçesiyle hakkında verilen gensoru önergesini de geri çevirdikten sonra sıraya girip Bakanlarının sorumluluktan azat edilişini kutlamıştı. 8-10 yaşlarındaki çocukların cinsel istismara uğramasına neden olan ihmallerin araştırılmasının önüne geçtikleri için şendiler. O neşeli fotoğrafları arşivde duruyor hala.

***

Kızını 6 yaşında ‘evlendiren’ Yusuf Gümüşel, İsmailağa Cemaati’nin liderlerinden. Tarikatın bu yıl ölen kurucusu Mahmut Ustaosmanoğlu kızların okutulmaması gerektiğini savunuyordu. Cenazesine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ondan “ilim, irfan ve hikmet sahibi bir önderimiz” diye bahsetti. 6 yaşında imam nikahı kıyılan H.K.G, adet düzensizliği nedeniyle götürüldüğü doktor istismarı anlayıp polise haber verdiğinde 14 yaşındaydı. Soruşturma başlatıldıysa da, kendisine 17 yaşında olduğu söyletilen H.K.G’nin kemik yaşının tespitini talep eden savcı, tarikatın 21 yaşında bir kadını teste sokmasıyla hazırlanan rapordan ‘şüphelenmeyerek’ soruşturmayı kapattı. İki yıl önce H.K.G’nin suç duyurusuyla soruşturma yeniden açılmış olsa da tutuklu kimse yok! Ve davanın ilk duruşması Mayıs 2023’te! Ne mağdurun psikolojisi ne de delillerin karartılma riski düşünülmüş belli ki. Her fırsatta sahneye çıkmayı seven Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ise ancak beş gün sonra yaptığı açıklamada Timur Soykan’ın istismar haberini ‘İslam dinine bir saldırı’ olarak değerlendirdi ve evlilik için gerekli bir rüşt yaşı olduğunu söyledi. Sayısal karşılığından bahsetmedi, oysa Türkiye’nin altında imzası bulunan BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde konu gayet net. 18 yaşından küçük herkes çocuktur! Yine günler sonra sesini duyabildiğimiz Aile Bakanı Derya Yanık’a göre de “bunlar son derece insani, her zeminde karşılaşılabilecek meseleler ve siyasetin konusu değil!” Bakan Yanık’ın, çocukların psikolojik ve fiziksel bütünlüğü konusundaki hassasiyetini bakanlığına bağlı ‘Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun ‘muzır’ ilan ettiği felsefe kitaplarından biliyoruz. Günışığı Kitaplığı tarafından yayınlanan o kitaplardan biri olan ‘Küçükler ve Büyükler’de çocukların taciz karşısında neler yapabileceği ve hakları anlatılıyor.

Önümüzde iktidarın onayı ve teşvikiyle kamu hizmeti sunan, kamu kaynaklarından faydalanan tarikatlar ve onları övüp kollayan siyasetçiler, devlet kurum ve yöneticileri duruyor dağ gibi. Siyaset değilse ne bu şimdi?