Ülkenin gündemine ışık hızı bile yetişemiyor… Her dakika başımıza başka bir fenalık geliyor. Her gün bir öncekinden daha zor geçiyor. Ülkenin zorluk seviyesi en zordan “Cehennem”e döndü. Attığınız bir tivit yüzünden paketlenebilirsiniz ama 165 kişi öldürmekten hüküm giyen 18 kişinin bulunduğu 18 sanıklı Hizbullah davasında herkes tahliye edilebiliyor. Adalet pırlanta gibi. Aynı davaya bakan hâkimlerden birisi ağırlaştırılmış müebbet isterken, diğeri tahliye isteyebiliyor. Akıl ve mantıktan, evrenin genişleme hızından daha hızlı bir şekilde uzaklaşıyoruz. Gerçeklerden kaça kaça soyut bir anlamsızlık içinde denize atılmış naylon poşet gibi yaşıyoruz.

***

Salda Gölü’nü besleyen derelerin önünün kesilmesi ve millet bahçesi yapımı için müdahaleler sonucu göl çevresi bataklık görünümüne büründü.

Atatürk Havalimanı ısrarla parçalanıyor. Peki neden? Adeta işgalden kaçarken, geçtikleri yakan yıkan, talan eden istilacılar gibi takılıyorlar. Badem bıyıkların yağı giderek azalırken, giderek daha da asabi ve öfkeli bir halde kıpkırmızı oluyorlar. Malum partinin bir dediği bir sonraki dediğini tutmuyor. Kimse geleceğini göremiyor, bir tek çakarlı lüks araçlarda kim olduğunu bilmediğimiz, ama çok değerli eş dost ve yakınlar ilerleyebiliyor. Fakirlik arttıkça artık iyice ülkece zombiye doğru evriliyoruz. Yönetici takımı neredeyse “Ekmek alabiliyorsun, ağlama o zaman” diyebilecek kadar kendinden geçmiş durumda. Festivaller, konserler, oyunlar, eğlenceler, gelenekler, alışkanlıklar yasaklanıyor. Yaşamak ama bir çalı gibi bomboşçasına hepimiz için bir yaşam standardı haline geliyor. Güneş var ama en dandik güneş kreminin tanesi 150 lira. Zaten bir yere gitmek gibi bir şeklimiz de yok. Benzinin litresi 22 lira mesela. Para pul oldu. Paranın kendisini üretmek, paradan daha pahalı. Hiçbir işimiz bir yere varmıyor. Çalışan ölmemek için çalışıyor. Çalışmak ise kimseyi özgürleştirmiyor. Herkes sessiz bir şekilde görünmeyen bir ufka, olmayan bir geleceğe bakıyor. Konuşmak, yazmak, çizmek yasak. Karikatür, resim, sanat manat zaten aman aman yakılması, yok edilmesi gereken değerler. Kendimizden başka dostumuz yok. Dostumuzun da dostu yok. Yokluk içinde varlık yaşamaya çalışıyoruz. Döviz rezervlerimiz de ekside zaten. Fakirlik bir yaşam biçimi halinde belirdi. Adını yazamayan, bilgisayar faresi tutamayan, bakkalın olsa iki dakika dükkânını bırakamayacağın tipler “Ehere mehere” diye gülüyor, iki dudak arasında toplumun gözlerindeki ışık ve hayatlar sönüyor.

Tabii arada güzel şeyler de oluyor. “Enflasyonu yüreğimizle düşüreceğiz” diyen bakan geliştirdik. Kafamızı kuma gömerek ekonomiyi düzelteceğimizi sanıyoruz. Türkiye neyse ki önümüzdeki yıllarda İslami finans merkezi olacakmış. Mahalle aralarında bekleyen arsalar, hızlı bir şekilde yapılaştırılacakmış. Her yere konut dökerek, konut fiyatlarıyla mücadele edilecekmiş. Her yere beton dökme şakasını yapmanın zamanı çoktan geçmiş. Görebildiğiniz iki tane çimen varsa fotoğrafını çekin, sonu Salda Gölü gibi olacak çünkü. Salda Gölü de jilet gibi oldu. Özel ihtimam gösterecek tayfa, gerçekten sözünü tuttu, dünyanın en değerli alanlarından birini kuruttuk. Dev bir çekirge istilası altında gibiyiz. Ne var, ne yok, her şeyimiz kurudu. Hayatlar da soldu. Ormanlarımızı yakıp otel yapıyoruz mesela. Bunlar önemli. Ülkenin kalitesi iyice sersefil halde. Tuvalete girmek bile 5 lira olmuş. Bir milyondu eskiden, neyse her seferinde 5 liralık lavabolarız artık. Simit ve ayran yemek lüks. Demek ki bu ülke lükse sevdalı.

***

Çalışan, altında metro hattı olan havalimanını yıkan ekip, nasıl bir motivasyon içinde gerçekten bilmek istiyorum. O geçiş garantilerini hesaplayan bireyler, o garantilere imza atanlar, geleceğimizi badem edenler kimler? Böyle gizemli sorular var aklımda. Şu anda dururken, bu satırları yazarken bile fakirleştiğimi hissediyorum. Milletçe sarsılarak fakirleştik ama itibardan tasarruf olmaz.