Bazı yazarlar hiç olmasa ya da hiç yazmasa yazın dünyası kuşkusuz eksik kalır ama Çehov’u çıkarınca öykü, tümden çökecek gibidir; onun gibi yazanlar bir yana, onun gibi yazmamak için sesini arayanlarla da gelişen, değişen bir türdür dersek tabii

Çehov: Öyküsü kısa, gölgesi uzun

ALİ C. TOPRAK

İki gün önce işyerinde, arkadaşım bana dert yanıyordu: “İnsan nasıl bu kadar aymaz olabilir, kendinden haberi hiç mi yok!” Aymaz dediği, ev arkadaşı. Kendinden almasını beklediği haber ise yeteneksizliği. Ev arkadaşı her fırsatta o bet sesiyle demo kaydediyor, bizimkinden de onu dinlemesini istiyormuş. Dedim ki, “Biliyor musun, Çehov’un böyle bir öyküsü var. Sonu çok ilham verici olabilir.” Aynı gün müdür, kızdığı birinin bir ‘dayı’sı olduğunu öğrenince gönül aldı. Akşama doğru o dayının çok da dayı olmadığını öğrendi ve elemana yeniden kızdı. Sonra dayının gerçekten dayı olduğu anlaşıldı ve müdür elemana kahve ısmarladı. Hatırladınız mı, Çehov’un böyle de bir öyküsü var.

Yirmi yıllık yazın hayatında dört yüz elliden fazla öykü yazan Çehov, böyle bin türlü insanlık halini yansıtmayı başarmış ender yazarlardan biridir. Arkasında, kendi adıyla anılacak bir öykü anlayışı bırakacak kadar yenilikçi ve -reddettiği nesir geleneği göz önüne alındığında- cesur biridir. Çağdaşı Maupassant’ın, Flaubert’in rehberliğinde gelişen öykücülüğüne karşın, çağdaşı büyük yazar Maksim Gorki’ye rehberlik edecek kadar güçlü bir tekniği vardır. Bazı yazarlar hiç olmasa ya da hiç yazmasa yazın dünyası kuşkusuz eksik kalır ama Çehov’u çıkarınca öykü, tümden çökecek gibidir; onun gibi yazanlar bir yana, onun gibi yazmamak için sesini arayanlarla da gelişen, değişen bir türdür dersek tabi.

Çehov ölmedi, çevremizde yaşıyor

Kent ya da taşra, nerede yaşarsak yaşayalım bir Çehov öyküsünün, bir Çehov karakterinin izini yaşantımızda kolaylıkla görmemizin bir nedeni olmalı. Algı seviyemiz ne olursa olsun bir Çehov öyküsünü anlayabilmemizin de bir nedeni; Çehov’un tekniğindeki incelikleri kavrama isteğimizin de nedeni olmalı.

Bir neden şu olabilir belki; Çehov bir işte çalışmanın ne demek olduğunu biliyordu. İş hayatının insanın karakterini nasıl şekillendirdiğini, bir patos makinesi gibi insan ruhunu ezip tükürdüğünü biliyordu. Kent Hikâyeleri’nde yer alan İkiyüzlü İnsanlar öyküsüne bakalım. İşyerinde silik, sönük bir tip olan yan karakter, bindiği tramvayda aslan parçası hallerdedir. Aniden amirini görmesiyle birlikte, okuyun ya da tahmin edin gerisini. Ya da duygu. Bir çalışan ismi değilse duygu iş yaşamımızın neresindedir. Yine Kent Hikâyeleri’ne çevirsek gözümüzü, Ünlem İşareti’ni göreceğiz. Herhangi bir okulda noktalama işaretlerinin öğretilmesinde araç olarak da kullanılabilecek bu öyküde, ünlem işaretinin kullanıldığı yerleri arayan yazman için bile Çehov okumaya değer diye düşünüyorum.

Çehov taşrada yaşamanın ne demek olduğunu da biliyordu. Şampanya öyküsüne bakalım: “Matematik derslerinde bazen can sıkıntısından hava bile donup buz hâline gelirken bahçeden sınıfa bir kelebek uçarak girer; çocuklar başlarını kaldırır, uçan şeyi, kelebek değil de yeni, acayip bir yaratıkmış gibi, merakla seyretmeye başlar; işte tıpkı bunun gibi, bizim can sıkıcı küçük istasyona düşen bayağı bir şampanya da bizi eğlendiriyordu. Konuşmadan oturuyor, kâh saate, kâh şişelere bakıyorduk.”

Bir neden de şu olabilir; Çehov sözcüklerin kıymetini bilir, onları boş yere kullanmazdı. Kent Hikâyeleri’nde yer alan Duvardaki Çivi öyküsünü ele alalım. İşyerinden arkadaşlarıyla eve yemeğe gelen devlet memuru, duvardaki çivide önce viziyerli bir kasket, ardından tüylü bir şapka görür. Hepsi bu. O adamlar hakkında, o adamların mesleği ve sosyal konumu hakkında Çehov bize sadece bu kadarını verir, daha fazlasına gerek duymaz. İlkinin bir asker şapkası, diğerinin zengin birine ya da bir bürokrata ait olduğunu biz anlarız. Aynı şekilde, Susss! öyküsündeki masanın tasviri, gerçekte Çehov’un reddettiği yazın anlayışının resmidir: Belinski’nin kitabı, adi yazan gazete sayfası, kuru kafa küllük ve ucu özenle sivriltilmiş kalemler. Çehov’un söylemediklerini anlarız çünkü Çehov’un hiçbir detayı öyküsüne boş yere koymadığını biliriz; bu da bizi üzerinde düşünmeye yöneltir.

Çehov öykücülüğünün bir başka güzelliği, hüküm olmayışıdır. Kahramanlarına -ya da kahramanlarıyla- öğüt vermez, yol göstermez ya da onları yola çıkarmaz, yoldan çıkarmaz. Çehov baştan çıkarmaz. Taşra Hikâyeleri’nde yer alan Eczacının Karısı adlı öyküde, o taşra kasabasında ruhu sıkılan kadın, gecenin sonunda gözyaşı dökse de yatağından çıkmaz örneğin. Çukurda’da yaşadıklarıyla sarsıldığımız Lipa, Scarface’teki gibi etrafa ateş açsa şaşırmayacağız da gökyüzüne bakarak şarkı söyleyince kalakalırız. Bayan N.’nin Hikâyesi’nde gördüğümüz adamdır adeta Çehov. “O ise oturmuş susuyordu, bana, ‘Ağlamayın,’ demiyordu. Bu ağlamanın gerektiğini, zamanının geldiğini biliyordu. Onun da bana acıdığını gözlerinden anlıyordum; ben de ona acıyor, bir yandan da ne benim, ne de kendisinin hayatını düzene sokabilen bu sıkılgan adama içerliyordum,” der Bayan N. Çehov’un bir şey söylemeyişi, aslında okuru hikâyeye dâhil etmek içindir. Çehov tarafsız ve net bir biçimde durumu göstermekle yetinir. Hikâyenin sonrasını, o sonrada olabilecekleri okura bırakır.

Çehov bir hekimdir, evet, ama en çok öykücülüğü anlamında bir hekimdir. Öyküye, öykü kişilerine yaklaşımı bir hekim gibi tarafsız, gerçekçi, kısa ve nettir. Büyük laflar eden hastalardan ya da ders veren hasta yakınlarından bu açıdan farklıdır.

Çehov’un hastalarıyız!

Çehov, sadece öyküyle ilgilenenlerin değil, okumayı seven herkesin zevkle okuyacağı, “Biliyor musun, bu bir Çehov öyküsü,” diye başlayan cümlelerle çevresindekilere hikâyelerini anlatacağı, bir yönüyle hep hatırlayacağı birkaç yazardan biridir.

Kişisel kanaatim, Hasan Âli Ediz, Çehov çevirilerinde (de) tercih sebebi olmalıdır. Tüm özelliklerini bir yana bırakıp, sadece Taşra Hikâyeleri’ndeki Atla İlgili Soyadı öyküsü çevirisi için bile söyleyebilirim bunu. Bir adamın soyadını hatırlamaya çalışan kâhyanın bildiği tek şey, adamın soyadının atla ilgili olduğudur, “Beygirovski gibi bir şeydi, yoksa Tayeviç mi?” Tahmin edileceği gibi, öykünün en önemli yanı, türetilen atla ilgili sözcüklerdir. Bu açıdan her dile kolayca çevrilemeyecek, her çevirmenin kolayca altından kalkamayacağı bir dil işlekliği gerektirir.

Kent Hikâyeleri ve Taşra Hikâyeleri Çehov tutkunlarının da, Çehov’la yeni tanışacakların da beğeneceği, kıymetli bir seçki olma özelliği taşıyor. Okuyanı seveni bol olsun.

Seçme Öyküler 1-Kent Hikâyeleri

cehov-oykusu-kisa-golgesi-uzun-306083-1.

Anton Çehov
Çeviri: Hasan Âli Ediz
Yordam Edebiyat, 2017

***

Seçme Öyküler 2-TAŞRA Hikâyelerİ

cehov-oykusu-kisa-golgesi-uzun-306084-1.

Anton Çehov
Çeviri: Hasan Âli Ediz
Yordam Edebiyat, 2017