O günler, öyle gerektirdiğini düşündüğünden, -ki bayrağı rüzgâr yönünde sallamanın ordinaryüsü sayılır-, siyasete ilkesel değil konjonktürel baktığından ve dahası dünyayı kendi güzünden ibaret sanmanın verdiği devasa egoyla, idam cezasını kaldırarak demokrasi adına büyük bir ayıptan kurtulmuş olan Türkiye’de yağlı ilmek güzellemesi yapıyordu. Partisinin Kızılcahamam’daki kampında: “Bu ülke, bazı malum yerlerin baskılarıyla idamı dahi kaldırmıştır.” Çıktığı yurtdışı gezisinde: “Avrupa’da idam kalktı ama Amerika’da, Çin’de kalktı mı? Demek ki yeri geldiği zaman idamın bir haklılık sebebi de var” ve 2011 genel seçim öncesi: “Öcalan Türkiye’ye teslim edildikten sonra idamını ertelediler. Ben olsaydım, gereken cezayı uygulardım” dedi.
Bundan 9 yıl önce, idam cezasının kaldırıldığı 2002 yılında ise, şöyle demişti Erdoğan: “Bu çok büyük bir başarıdır. Ben burada özellikle Meclis’i takdir ediyorum, alkışlıyorum.” Hasılı, insan hakları çerçevesinden bakıldığında, karşı olmanın tek seçenek olduğu idam cezası; siyasetini esen yele göre inşa edenler için, yaratacağı düşünülen faydaya göre, dün savunulan bugün reddedilen bir seçim malzemesine dönüşüyor. Dava için kefen giymek yerine, ilke belirleyerek yol almanın önemini bir kez daha gözler önüne seren şahane bir örnek. Ve bugün, bir seçim öncesi daha idam konuşuyoruz. Nedeni, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Mursi’ye verilen idam cezasını “Dünya şokta! Yüzde 52 oy alan Cumhurbaşkanına idam” başlığıyla duyuran Doğan medyasının aslında kendisini hedef aldığını düşünmesi!

İdam cezası yıllar önce kaldırılan memlekette kimsenin aklında, dilinde ölme öldürme yokken, güçlü bir fikir birliğiyle, seçilmiş bir lidere verilen bu karar kınanırken, Erdoğan’ın “Beni asmakla tehdit ediyorlar” diyerek kefen edebiyatına girişi, ortaya ateşli fedailerin saçılmasına neden oldu. Davutoğlu, derin strateji bilgisi ve deneyimiyle endişeyi göğüsledi, yolu açtı. Üzerinden hızla takım elbisesini çıkardı ve kefeniyle meydanlarda dolanmaya başladı. “Asamazlar, astırmayız, tabutumuz sırtımızda, bu yolda şehitliğe hazırız.” Yahu kim asıyor, kim asılıyor, derken ortaya, sözleriyle muhatabını ancak utandırması beklenen sulusepken yandaşlar atıldı.

Aşkından yanan, 300 yılda bir Allah’ın nasip ettiği liderlerden biri olduğuna inandığı Erdoğan’a anasını, babasını, eşini, çocuklarını feda eden işadamı; iki silahı ve yüzlerce mermisiyle, “Ben ölmeden kimse ona dokunamaz” diyen bir başdanışman; “Erdoğan’ı gözüne kestirenin gözünün çıkartılacağını, canına kastedenin canının alınacağını söyleyen bir tetikçi... Bütün bu hezeyanların nedeni, Erdoğan’ın sözleri. Ancak onunki seçime dönük taktiksel bir hamle, bunlarınki aşırı yandaşlık nedeniyle beyin ölümünden... Seçime iki hafta kaldı. Halkın hatırı sayılır bir çoğunluğu hileden, oylarının çalınabileceğinden endişe ediyor. Seçim barajını zorlayan HDP’nin Mersin ve Adana’daki bombalı saldırılarla birlikte ocak ayından beri seçim bürolarına 60’dan fazla saldırı düzenlendi ve ülkenin Cumhurbaşkanı’nın en büyük tasası “Vay beni öldürecekler” den ibaret; çünkü durum kötü; AKP, kendilerinin de bilmediği bir başkanlık sistemi için halktan oy isteyen, ısınması için 30 milyon lira harcanan saray göz önündeyken CHP’ye kaynak soran ve Demirtaş’a artık Selahattin dememek üzerine kurduğu akıldan yoksun seçim kampanyasıyla vites boşta yokuş aşağı gidiyor. O zaman, çek bakalım bir mağduriyet kartı büyük usta.

Tarafsız olacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin eden Cumhurbaşkanı Erdoğan her gün başka bir meydandan halka seslenip partisine oy istiyor. Kavramların içi artık o kadar boşaldı ki, Kılıçdaroğlu halka verdiği sözleri notere tasdikleteceğini söylüyor. Demirtaş, devlet haber ajansının, halktan zorla oy istediklerine dair belge diye sunduğu bir kağıt parçasıyla, kendisine mektup yazarak dalga geçiyor. Ülkede, turist kafasıyla şahane komik; yurttaş gözüyle hazin bir film dönüyor. Hak ettiğimizin çok altında bir yaşam seviyesi, oksijen yetersizliği bu. Dilerim ki bu seçim, huzurumuza, barışımıza, kardeşliğimize dünden de sıkı sarıldığımızın bir duyurusu, ilanı olur. Bin bir çiçekli bahçemiz, eli makaslı bir bahçıvanın tehdidinden kurtulur...