An itibariyle kendini güvende hisseden var mı memlekette? Etrafınıza bir bakın! Herkes kendine göre iyi nedenlerle tedirgin.

Orta-üst gelir grupları çoktan “güvenlikli” sitelerine çekildiler. Her birinin girişinde kontrol noktaları ve güvenlik görevlileri “dış mihrakları” süzgeçten geçiriyor. Evlerin her birinde kamera yoksa, alarm sistemi ışıl ışıl “ben buradayım” diyor.

Alışveriş merkezlerine girmek için benzer bir güvenlik sistemini yarmanız gerekiyor. Mağazaların içinde yine ışıl ışıl kameralar, kapılarında ötmeye hazır alarm sistemleri “burada her şey kontrol altında” mesajı veriyor.

Şehre dışardan giriyorsanız, ana yollar üzerinde sayısız kameranın kaydına alınacağınızı bilmek durumundasınız. Kentin merkezi noktalarında direklerin üzerinden benzer bir kamera sistemi ile kaydedilip, gözetleniyorsunuz?

Bütün bu paranoyaklığın gerisinde en tepeden en deredekine ulaşan bir güvensizlik duygusu var. En başta devletin tepesindekiler kendini güvende hissetmiyor. Her an paralel bir yapının “darbesinden” korkuyorlar.

Yukarıdaki kendini güvende hissetmediği ölçüde, devletin güvenlik birimleri büyüdükçe büyüyor; yasalarla yetkileri genişletiliyor. Toplum hızla “makul şüpheliye” dönüşüyor. Lakin yapacağı her bir operasyon twitter üzerinden aleni hale geldikçe, güvenlik birimleri de kendine güvenemez hale geliyor.

Öte yandan bu işlerin müsebbibi olarak gösterilen paralel yapı da kendini güvende hissetmiyor. Öyle ya en iyi onlar biliyor devletin derin yerlerinde işlerin nasıl ve hangi kafayla yürüdüğünü!

Ana muhalefet partisi lideri, “devletin derin yerlerinde hakkımızda çalışma yapılıyor” derken, güvende hissetmediğini söylüyor. HDP Eşbaşkanı Demirtaş da benzer duygularla “Odam, telefonum dinleniyor” diyor.

Siyasal sistemin tepesindekiler kendini güvende hissetmiyorsa, ben nasıl kendimi güvende hissedeyim? ”Okula gelirken, katlı kavşaklara asılmış Ağaç Katliamı Yapan ODTÜ’yü Kınıyoruz” pankartını görünce niçin güvende hissetmemem gerektiğinin bilincine varıyorum!

Madenci kendini güvende hissetmiyor; biliyor ki madende yaşamını kaybetmezse, yukarıda işini kaybedecek.

İnşaat işçisi kendini güvende hissetmiyor; bindiği asansörün, çıktığı iskelenin ölüm makinesi olduğunu bilerek yaşamını kazanıyor, daha doğrusu kaybediyor canavar gibi yükselen inşaatların şantiyesinde.

Şiddet gördüğü kocasından ayrılmak isteyen kadın kendini güvende hissetmiyor; yolda ürkek ürkek yürürken bunca zaman sofrasını kurduğu erkeğin ölüm kokan soluğunu ensesinde hissediyor.

HES’lerin, madenlerin yaşam alanlarını tehdit ettiği köylü kendini güvende hissetmiyor. Bunca yıl gözü gibi baktığı zeytin ağaçları yerde yatarken, bir yandan geleceğinin kararmasından, bir yandan da üzerine zimmetlenen cansız ağaçların başına bir iş gelmesinden tedirgin; eli böğründe, ne olduğunu anlamaya çalışıyor.

Bir ucunun nereye bağlı olduğu belli olmayan bilgisayarların, cep telefonlarının başında vatandaş kendini güvende hissetmiyor; yazdığı ya da yazmadığı satırların bir gün önüne çıkartılacağı duygusuyla yaşıyor.

Son yıllarda AKP iktidarının Türkiye’yi getirmiş olduğu nokta derin bir güvenlik krizi! Örneklediğimiz bütün bu paranoya durumlarının merkezinde devletin kendisi var. Her gün biraz daha bilincine varıyoruz ki; güvenliğimiz için yerleştirilen kameralar, X-ray cihazları çözümün değil, sorunun kendisi!

Memleketi yönetsin diye seçtiklerimiz de öyle.

Vatandaş devletine güvenemeyince çözümün nereden geleceği de soru işaretine dönüşüyor.

Aslında çözüm adresi ve yolu belli; bu güvensizliği yaratan kameraların, x-ray cihazlarının, telefonların, bilgisayarların ve de bunların bağlandığı derin merkezlerin fişini çekmemiz gerekiyor.

Bütün bir sistemin tersyüz edilme zamanı gelmiş bulunuyor.

Slogan da hazır; “çek fişi, bitir işi!”