Geçen hafta Amazon çalışanları Birleşik Krallık sınırları içindeki ilk grevini gerçekleştirince, aklıma Ken Loach geldi. “Suya attığı taşın yarattığı halka yayılıyor” diye düşündüm. Belki de küçük kıvılcımlar bir araya geldiğinde engel olunamayan o değişim yavaş yavaş başlıyordur.

Çelişki
Coventry’deki Amazon işçileri çıktıkları grevde “Yanlış Amazon yanıyor” pankartı açtı.

Semiha DURAK

Filmler kendi başlarına devrim yapmaz belki ama çağına tanıklık eden ve ayna tutan Ken Loach gibi yönetmenlerin filmlerini izlerken, şöyle bir sarsılırsınız. Sinema salonundan çıkarken, önceki sessizliğinize, kayıtsızlığınıza devam etmek artık imkânsızdır. En azından bir süre için. Sonra her şeyi hızla tüketen bu çağ, o bir anda harlanan ateşi de sakinleştirebilir. Olsun. İçimizde bir yerlerde daha önce dokunulmamış derinliklere çarpıp titreten o etki, biz kaybolduğunu, geçip gittiğini sanmış olsak da, hayatın başka bir yerinde, yeni bir titremenin etkisiyle gelip kendini hatırlatır. Bunun gibi küçük kıvılcımlar bir araya gelince artık engel olunamaz değişim fark etmeden başlar.

Birkaç yıl önce, Ken Loach’ın Üzgünüz Size Ulaşamadık (Sorry We Missed You) filmini izledikten hemen sonra kendime bir söz vermiştim. Jeff Bezos ve onun çevrimiçi perakende şirketi Amazon ile olan tüm ilişkimi kesecektim. Artık bitmeliydi. Çünkü filmin kahramanları Ricky ve Abby’nin "esnek ekonomi"nin güvencesiz dünyasında geçinme çabalarının, gerçek hayattaki Amazon çalışanlarının yaşadıklarıyla aynı olduğunu biliyordum. Ken Loach’un Paul Laverty ile birlikte yazdığı filmin senaryosunda ters köşe durumlar yok; izlerken ne ile karşılaşacağımızı, nasıl bir şeyin içinde olduğumuzu az çok kestiriyoruz. Ama filmin seyirciyi büyüleyip içine çeken o güçlü gerilimi de zaten burada; hayatın çarpıcı gerçekliğinin sıradanlığında bir anda kendimizi bulmamızda gizli. Sınıfsal çatışma, adaletsizlik, eşitsizlik filmin tam merkezinde. Ama didaktik olmayan bir tonla, bağırmadan, slogan atmadan anlatılan hikâyenin gerçekliği, kendi doğal akışında sosyalist propagandaya dönüşüyor.

Üzgünüz Size Ulaşamadık, içimde bir yerlere inceden ve derinden dokunan özel filmlerden oldu. Dünyayı değiştiremiyorsam, kendi hayatımda küçük devrimler yapmalıydım. Sinema salonundan çıkarken böyle demiştim kendime. Ama sonra ne olduysa oldu, o kararlılığım hayatın sonradan öğrenilmiş, alışılmış akışında bir yerlere gitti. Çok geçmeden, Amazon’un uçsuz bucaksız sonsuz ürünler ormanında tüketici yalnızlığımla yine baş başaydık. Kolay, hızlı ve ucuz! Her türlü şeye tembelliğimden ödün vermeden ulaşmanın dayanılmaz hafifliğinden bir türlü vazgeçemiyordum.

İçine düştüğüm bu ikilemde, çevrimiçi alışverişlerime devam ederken, perde arkasında olup bitenlerin kalbimi kıracağını bildiğimden suçluluk duygumu yanıma yaklaştırmıyordum. Bahanelerim Satın Al butonunun hemen yanında bekliyor, mantıklı açıklamalarım alışveriş sepeti içinde hazır duruyordu.
Oynadığım bu gerilimli tuhaf oyunda, bilinçaltımdaki çekişmenin varlığını hissediyordum. Kolaylık düşkünlüğüm ve tembelliğim beni bir yana; etik ve politik değerlerim diğer yana çekiyordu. Böyle durumlarda herkesin yaptığını yapıyor, insanın sahip olduğu değerleri kapitalist düzen içinde yaşamasının neredeyse imkânsız olduğunu söyleyerek kendimi telkin ediyor, sırtımı sıvazlıyordum. Dünya yeterince berbat ve zor bir yerdi. Ben de bu yüzden hayatımı kolaylaştıran küçük mutluluklarım içinde kendimi sevmeliydim. Yine de bir yerlerde bir şeyler yerine oturmuyor, görmezden gelmeye çalıştığım, içimdeki huzursuzluk bir türlü kaybolmuyordu.

Bu sancılı çelişkiler yumağı içinde yalnız olmadığımı biliyorum. Zira bu huzursuzluk halinin bilimsel tanımı bile var. 50’li yıllarda yapılan bir deneyin ardından, ‘bilişsel çelişki’ ya da ‘bilişsel uyumsuzluk’ olarak adlandırılan bu durum “insanların inançları ve düşünceleriyle gerçek hayatta yaptıkları arasındaki tutarsızlığın yarattığı gerilim” olarak açıklanıyor. Bu çağdan kendine bir çıkış arayan büyük çaresizliğimiz tam olarak bu gerilimden besleniyor.

Rövanş Kapitalizm’in (Revenge Capitalism) yazarı Max Haiven, bilişsel çelişkinin kapitalizmin işleyişi ile doğrudan bağlantılı olduğunu söylüyor. “Kapitalizm, yıkıcı yolunda devam edebiliyor çünkü insanlar karmaşık sorunlara basit ve bireysel çözümler arama eğiliminde” diyor. Bu geçici ve kolay çözümler yaratıcılığımızı köreltiyor, geleceğe dair umut ve inançlarımızı da silikleştiriyor. Bilişsel çelişkilerim içinde yönümü aradığım günlerde, hayat görüşünün ve felsefesinin tüm sorunlu yanlarını bir yana bırakıp, Hannah Arendt’e kulak veriyorum; çünkü tam da burada önemli bir şey söylüyor:
“...Mesele mevcut dünyanın bir krize gelip dayanması ve ‘çığırından çıkması’ değil; mesele şu haliyle beşeri varoluşun "saçma" olmasıdır... Bu durumdan çıkışın yolu, Sartre’ın ifadesiyle insanın ‘özgür olmaya mahkûm olduğunun’ farkına varmasından ve eyleme ‘sıçramasından’ - tıpkı Kierkegaard'ın evrensel kuşkudan inanca sıçraması gibi- geçiyor.”

Bu aralar Birleşik Krallık’ta bir şeyler oluyor. Gittikçe büyüyen, yayılan, sıçrayan yepyeni bir grev dalgasıyla şehirler bir anda hareketlendi. Trenyolu çalışanları, itfaiyeciler, postacılar, hemşireler ve ambulans çalışanlarının ardından, öğretmenler de oldukça büyük bir katılımla greve gitti. Dünya ekonomisinde bir şeyler korkunç bir şekilde ters giderken, sanki bir yandan da bir takım başlangıçlar sancıyla doğmaya çabalıyor. Bilişsel çelişkilerim bu aralar sarsıntı içinde. Bir şeylerin değişmekte, dönüşmekte olduğunu hissettikçe sanki içimde duyduğum o gerilim de azalıyor.

Geçen hafta da Amazon çalışanları Birleşik Krallık sınırları içindeki ilk grevini gerçekleştirince, aklıma Ken Loach geldi. “Suya attığı taşın yarattığı halka yayılıyor” diye düşündüm. Belki de küçük kıvılcımlar bir araya geldiğinde engel olunamayan o değişim yavaş yavaş başlıyordur. Amazon çalışanlarının “tarih yazan” Birleşik Krallık’taki bu ilk grevi, Coventry’deki Amazon deposunda oldu. Greve katılan çalışanlardan biri, diğer sektörlerdeki grevleri kastederek "partiye biraz geciktik” diyordu. Aslında Coventry, Margaret Thatcher’in politikalarına ilk tepki veren, sokaklarda büyük protestoların, kavgaların olduğu kasabalardan biriydi vaktiyle. Oraların hikâyesini yakın zamanda ölen müzisyen Terry Hall’dan ve Ghost Town şarkısından biliyorum biraz. Zaten hep aynı hikâyenin devamı değil mi bütün bu yaşadıklarımız? Her şeyde, her yerde, farklı zaman dilimlerinde birbirine bağlanan hikâyenin...

Coventry’deki grev alanında çekilmiş fotoğraflardaki pankartlardan birinde, büyük harflerle “Yanlış Amazon Yanıyor” yazıyordu. Yani “Kül olup bitmesi gereken asıl burası, bu çevrimiçi sistem, Amazon Ormanları değil” diye bağırıyordu pankart. Ekonomik kriz ve küresel ısınma arasındaki bağlantıyı kurmak için dahi olmak gerekmiyor. Post kapitalizm ya da neoliberalizm -tanımı ne olursa olsun- mevcut ekonomik sistemin, iklim değişikliği dahil, insanı ve gezegeni ilgilendiren her türlü sorunun kaynağı olduğu gerçeği giderek daha açık hale geliyor. Naomi Klein, iklim krizi ve kapitalizm ilişkisini incelediği Bu Her Şeyi Değiştirir adlı kitabında, iklim krizi yokmuş gibi davranmanın da bir bilişsel çelişki örneği olduğunu söylüyor. “Emisyonları azaltmak için gerekli olan şeyler yapılmıyor çünkü bu tür önlemler kapitalizmle temelde çelişiyor” diyor.

Bu kadar çok çelişkinin içinde, sokakta yeniden başlayan hareket ve büyüyen grevlerle yeniden yan yana gelmeye başlayan insanlar, değişimin çevrim-içinde değil; sokakta, eylem-içinde kendini bulacağını gösteriyor. Ama bu değişim kolay, hızlı ve ucuz olmayacak. Bilişsel çelişkiden kurtulmak da öyle.

Kendi payıma düşen Amazon Savaşı’mda bile henüz başarıya ulaşmış değilim. Fakat bu kez sorun (sadece) bende değil. Amazon hesabımı silmek, tüm ilişkimi kesmek üzereyken, Ken Loach filmlerinin Amazon Prime da gösterildiğini fark etmiş biri olarak şimdi ne yapmalıyım? Üzgünüz Size Ulaşamadık da bu filmler arasındaysa bir de üstelik.