“1971’de yaptığım Darağacından Notlar çevirisi, geçmişimin değerli bir parçasıydı. 12 Mart geçmişimin o parçasını elimden aldı. Şimdi, 12 Mart’ın kör kuyusunda yitip giden bu parçayı geri aldığımı düşünüyorum”

Celladın ilmiğinin gölgesinde

Günnur Aksakal

Geçen günlerde, Julius Fucik’in, bir Gestapo zindanında kaleme aldığı güncesi Darağacından Notlar, Yordam Kitap tarafından yıllar sonra yeniden yayınlandı. Kitabın çevirisini Celal Üster üstlendi. Dayanılmaz koşullar altında yazılan, eşine az rastlanır bir yapıt olan Darağacından Notlar’ı ve yine eşine az rastlanır çeviri öyküsünü Celal Üster ile konuşuyoruz.

Darağacından Notlar, sizin “yeniden” çevirinizle Yordam Kitap tarafından yayınlandı. Çevirinin öyküsüne geçmeden evvel, sizin Fucik’i ilk kez ne zaman, hangi dilden okuduğunuzu sormak isteriz.

Fucik’in Darağacından Notlar’ını ilk kez 1971’de, 12 Mart askerî diktatörlüğü döneminde okudum. Fucik, Berlin’deki Plötzensee Hapishanesi’nde asılarak idam edileli 28 yıl olmuştu. Bizler ise o kadar yıl sonra bir başka faşizmin pençeleri altındaydık. Evden dışarıya pek fazla çıkamadığım günlerdi. Darağacından Notlar’ı İngilizcesinden okudum ve çevirdim. Çeviride bu “ikinci dilden” belasının elbette farkındayım. Ama o dönemde Çekçeden doğru dürüst çeviri yapan birileri olmadığı gibi bugün de pek yok.

Kitabı okumanızın ardından çeviri kararını nasıl aldınız? Çeviri kararı alırken içinden geçtiğiniz dönemin şartları etkili oldu mu?

Çevirmenlik biraz da bir hastalıktır. Çevirmen ya da Adnan Benk’in unutulmaz deyişiyle “çevirgen”, okuduğu kitaplara hep çevirme eğilimiyle yaklaşır. Ama Darağacından Notlar yaşadığımız günlere o denli denk düşüyordu ki, daha kitabın sonuna gelmeden çevirmeye başlamıştım bile. O sıralar kitaplar yasaklanıp toplatılıyor, yayınevlerinin depoları basılıyor, özellikle Marksist kitaplar basan yayıncılar kendilerini içeride buluyorlardı. O yüzden, Darağacından Notlar’ı yayımlayacak bir yayınevi bulamayacağımı biliyordum. Çeviri yazı masamın çekmecesinde uykuya yattı. Ama yine de, pek çok arkadaşın metni çoğaltıp okuduğunu anımsıyorum.

Darağacından Notlar’ın, Türkçeleştirilmesi sürecinin, tam da o dönemin ruhuna uygun olarak, hayli maceralı geçtiğini biliyoruz. Bu süreci bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Hiç kuşku yok ki, Nazi hapishanesinde işkence altında ve her an ölümü bekleyerek o “notlar”ı gizlice tutan ve bir-iki Çek gardiyan aracılığıyla dışarıdakilere ileten Fucik ile kendi durumum arasında bir benzerlik kurmam yanlış ve çok abartılı olur. Yine de, yazgı mıdır, rastlantı mıdır, bilemem, ama garip ve şaşırtıcı bir benzerlik olduğunu söylemekten alamıyorum kendimi.

Çeviriyi tamamlamamdan bir süre sonra tutuklamalar hızlanmıştı. Evler basılıyor, arkadaşlar tutuklanıyor, baskınların ayak sesleri hızla yaklaşıyordu. Ev basılırsa hiçbir şey ele geçmesin diye evdeki belgeler ve çevirileri yazı makinemin kutusuna doldurdum, bir dostlarımızın evine götürüp bıraktım. O gece, sabaha karşı da bizim ev basıldı. Biz de içeriyi boyladık.

Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, ortalığın bir ölçüde rahatladığı, pek çok hapishanede olduğu gibi Mamak Askerî Cezaevi’nde de genel af beklentisinin yükseldiği günler geldi. O güne kadar yayımlanamayan bazı kitaplar ve dergiler yayımlanıyor, bazıları bize bile ulaşıyordu. O sıralar bizim koğuşa gelen bir kitabı görünce hem çok şaşırdım, hem de müthiş sevindim. Darağacından Notlar kitap olarak elimdeydi.
Birkaç ay sonra afla birlikte çıktığımda, içinde Fucik’in kitabının çevirisinin de bulunduğu daktilo kutusunu emanet ettiğim dostlarıma koştum: Tutuklamaların yayılması üzerine belgeler ve çevirileri iki ayrı pakete bölüp bir tanıdıklarına vermişlerdi. Bildikleri kadarıyla, o paketler en güvenli yere, toprağın altına gömülmüştü…

Kim bilir, belki ortalığın rahatlamasından sonra o paket çıkarılıp açılmış, içinde benim çeviriye rastlanmış, üstünde adım olmadığı için gözden geçirilip bir başka adla hemen yayımlanmıştı. İyi niyetle…
Belki de yayımlanan çevirinin benim çevirimle ilgisi yoktu. Fucik’in kitabı bir tek bende olacak değildi ya…
Hapisten yeni çıkmış olmanın esrikliğiyle daha fazlasını araştırmadım. Kaldı ki, Fucik’in, bizimki gibi olağan demokrasiye bir türlü kavuşamayan, hep baskı ortamında yaşayan ülkeler için önemini hiç yitirmeyen kitabı yayımlanmıştı işte…

Darağacından Notlar, bir kuşak için özel anlam taşıyan bir kitap... Yordam Kitap, bu eseri yeniden yayınlayacağını duyurduğunda kitabın bu niteliğini biz de fark etmiş olduk. Fucik’in bu kitabını özel kılan şey sizce nedir?

“Kuşak” deyince… Şöyle söyleyeyim: 1960’ların sonları ve 1970’lerde 68’ Kuşağı’nın kendinden önceki kuşakla, örneğin 1951 Tevkifatı’nı yaşayan Türkiye Komünist Partisi’nden ağabeylerimizle yakın bağları vardı. Gençliğin delifişekliğiyle onlarla çok şey tartışıyor, ama onlardan da çok şey öğreniyorduk. Örnekse, ben, ağabey-kardeş ilişkisi içinde Halim Spatar’ın bilgisinden, deneyimlerinden, alçakgönüllülüğünden çok şey öğrenmişimdir. Onunla birlikte pek çok çeviri yaptık. Onun küçücük çalışma odasında sabahlara kadar çalışarak Lenin’in Devlet ve Devrim’ini çevirdik.

Darağacından Notlar, o kuşak için de, bizim kuşak için de gerçekten de özel anlam taşıyan bir kitaptır. Hatta bence 80’leri yaşayan kuşak için de.

Daha sonraları, şu yaşadığımız dünyadaki çok hızlı değişimler sonucunda kuşaklar arasındaki kopukluklar da büyüdü. “Değerler”in değişmesiyle birlikte “değer verilen şeyler” de değişti.

Bu kitabı benim için özel kılan, Fucik’in, Prag’daki Pankráč Hapishanesi’nde her gün ağır sorgulamalar ve işkencelere uğradığı, önünde sonunda idam edileceğini bildiği günlerde bile zaman zaman düş gücünün uçsuz bucaksızlığına yelken açabilmiş olması belki de. Yazdıklarını sıradan bir siyasal olmaktan çıkarıp, edebî tatlar da içeren bir günceye dönüştürebilmiş olması.

Darağacından Notlar’ın afallatıcı özelliklerinden biri de, Fucik’in hapishanedeki tutuklular, gardiyanlar ve SS subaylarıyla ilgili incelikli ve derinlikli gözlemleri. Birer karakter çözümlemesi niteliğindeki bu kısa gözlemlerin her biri, birer kısa öykünün filizlerini barındırıyor.

Bir kitabın aynı çevirmen tarafından, üstelik ilk çevirinin üzerinden 40 yıl gibi bir zaman geçmişken, yeniden çevrilmesi sıkça rastlanan bir durum değil. Hem yayıncılık dünyası hem de çevirmenlik mesleği açısından bakıldığında, ne tür benzerlik ve farklılıklar görüyorsunuz?

Kırk yıldan fazla bir süre önce yaptığım çeviri ile bugün yaptığım çeviriyi bire bir karşılaştırma olanağım yok. Ancak, şimdiki çeviriyi yaparken eski çevirinin bazı cümlelerinin onca yılın ötesinden aklıma düştüğünü söyleyebilirim.
Yeni çevirinin eskisinden en önemli farkı, aradan geçen zamanda edindiğim deneyimin elinizdeki çeviriye yansımış olması sanırım. Bir de, yeni çeviriye, okura yardımcı olacak notlar ekledim. Yordam Kitap da, Fucik’in fotoğraflarıyla kitaba belgesel bir katkıda bulundu.

Kitap, 2000’ler Türkiye’sinde yeniden basıldı. Kitabı ilk kez okuyacak olan pek çok genç var. Onlara -kendi gençliğinizi de düşünerek- ne söylemek istersiniz?

Kitabı ilk kez okuyacak gençlerin bizim gençliğimizden çok farklı insanlar olduklarının ve çok farklı bir dünyada yaşadıklarının ayırdındayım elbette. Ama genç insanlara öğütlerde bulunmaktan hoşlanan biri değilim. Şöyle okuyun, böyle okuyun, bakın Fucik ne müthiş adammış falan demektense, Darağacından Notlar’ı 2015 yılının Türkiye’si ve dünyasında ilk kez okuyacak gençlerin ne düşüneceğini merak ediyorum.

“Özgür bir hayatta, yaratıcı özgürlüğün güzelleştirdiği bir hayatta yeniden buluşmak!” diyor Fuçik, sevdiği kadına veda ederken... Siz “o hayat” için umudunuzu koruyor musunuz? Bu kitabı yeniden çevirmenizi, umudunuzu kaybetmediğiniz şeklinde yorumlayabilir miyiz?

“Özgür bir hayatta, yaratıcı özgürlüğün güzelleştirdiği bir hayatta yeniden buluşmak!” İnsanların özgürlüğü uğrunda ölümü göze alarak savaşmış bir insanın, celladın ilmiğinin boynuna geçmesine günler kala dudakları arasından çıkan şiirsel bir çığlıktır bu…

Ne ki, Hegel’in dediği gibi, “Dünya tarihi, özgürlük bilincinin gelişmesinden başka bir şey değildir.” Fucik’in yaşadığı ve özgürlük için canını verdiği günlerden bu yana bu mücadele çok değişik alanlarda çok değişik biçimlerde sürüyor. Özgürlük, Camus’nün deyişiyle, “bir uzun mesafe koşusu”. Zaman zaman nefesimiz kesilir gibi olsa da “koşmaya” devam ediyoruz. Ben, bu “uzun mesafe koşusu”nu bir yaşama biçimi olarak görüyorum.
Darağacından Notlar’ı onca yıl sonra yeniden çevirmemin de genel anlamda bu “koşu”nun bir parçası olduğu söylenebilir. Ama bu yeniden çeviriye kalkışmamda “kişisel bir özgürlük” arayışının da büyük payı olduğunu söylemeliyim. 1971’de yaptığım Darağacından Notlar çevirisi, benim için geçmişimin çok değerli bir parçasıydı. 12 Mart’ın faşist diktatörlüğü geçmişimin o parçasını elimden almıştı. Şimdi, bu yeniden çeviriyle, geçmişimin 12 Mart’ın kör kuyusunda yitip giden bu parçasını geri aldığımı düşünüyorum…

Darağacından Notlar, şüphesiz hangi yayınevi tarafından basılırsa basılsın, apayrı bir yerde duracak bir yapıt. Yine de sormamız gerekiyor; sizin için bu kitabın Yordam Kitap tarafından yayınlanmasının önemi nedir?
Bir süre önce, Yordam Kitap’ın genel yayın yönetmeni Hayri Erdoğan’la sohbet ediyorduk. Söz, her nasılsa, döndü dolaştı bu kitaba ve bu kitabın çevirisiyle ilgili yaşadıklarıma geldi. Hayri, ilgiyle, biraz da şaşkınlıkla dinledikten sonra, “Peki, neden yeniden çevirmiyorsun ki!” deyince, ben de oturdum çevirdim. Ve kitap Yordam Kitap’tan çıktı işte…
Bunun yanı sıra, Darağacından Notlar’ın Yordam Kitap tarafından yayımlanması bence gerçekten anlamlı. Çünkü Yordam Kitap, Marksist literatürün dilimize doğru ve eksiksiz biçimde kazandırılması için özenle uğraş veren bir yayınevi. Hele günümüzde bu nitelik bir yayınevi için çok önemli. Diyeceğim, Darağacından Notlar böyle doğru yayınevini bulmuş oldu…