İki hafta boyunca Cemaat’in toplumsal yapıya nüfuz etme süreci ve toplumsal rızayı inşa etme tarzının dinamiklerini çözümlemeye çalıştım. Bu sürecin temel değişkeninin sanıldığının aksine din temelli olmadığını asli belirleyicinin eğitim, iş ve aş olanaklarını sağlama gücü olduğunu savunuyorum.

Kır, varoş ve alt sınıfların önce eğitim ardından da aş ve iş olanaklarına ulaşmasında bir kestirme yol oluşturma gücü Cemaat’in zaten onları beklemeyen ve reddeden kentlere göç etmek zorunda kalan yığınları cezp etmesini sağladı. Hemen herkes Cemaat’in öğrenci evleri ve yurtlarıyla başladığında hem fikir.

Bu süreçte Cemaat’in elini kolaylaştıran yetmişli yıllarda doruk noktasına çıkan göç dalgası karşısında Devlet’in toplumun refahına, eğitim ve iş olanaklarına karşı ilgisiz, daha çok da yetersiz kalmasıydı galiba.

Yaşı yetenler hatırlayacaktır Devrimcilerin kentlerde kitleselleşmesinde, göçle gelenleri gecekondu ağalarından koruma ve onlara barınma olanaklarını sağlama çalışmalarının, çok büyük bir etkisi vardı.

Bu gün Cemaat’in altın kadrosu ya da kendilerinin ‘altın nesil’ dedikleri, devleti idare eden, yargı, polis ve eğitimde köşe başlarını tutanların soy geçmişleri incelense kırdan kente göç eden, alt ve alt orta sınıfa mensup oldukları görülebilecektir.

Bu bağlamda ironik olarak Cumhuriyet ya da Kemalizmin beceremediği modernleştirme, kentlileştirme sürecini Cemaat’in başardığını söylemek mümkün. Daha önce bu köşede sık sık AKP ve Cemaat’in Kemalist modernleşmeyle benzerliklerini göstermeye çalışmıştım.

Bu yüzden Cemaat’in Türkiye’yi modernleştirdiğini ama bu modernleştirmenin de dünyanın her yerinde ve her tarihsel dilimde olduğu gibi aslında kapitalistleştirmek olduğu söylenebilir. Bu gün kapitalist piyasa sistemine kendisini en hızlı uyarlayan ve sermayeyi biteviye kendi ağı içine çekenin Cemaat ve AKP olması da bu yüzden. Kemalist modernleştirme sürecinin ideolojik aygıtı CHP’nin ise bu sermayeyi elinden kaçırması ve kendi kurmaya çalıştığı kapitalistleştirme sürecinin dışında kalması yüzünden zavallı bir halde olması da bu yüzden.

Peki süreç bu denli masum mu? Bu değişim Kemalizmin modernleştirme projesine dini katmadığı, tepeden inme bir laikleştirmeyi dayattığı için toplumca kabul görmemesi ve toplum dini değerlerine geri dönmeyi arzuladığı için mi böyle oldu. Liberallerin çok hoşlarına giden ‘bastırılanın geri dönmesi’ denilen süreç mi gerçekleşti?

Azıcık da olsa ahlakını koruyabilmiş olan herkes, Türkiye’nin altmışlı yılların sonuna doğru laikleştirmeden, laikleşmeye doğru evrilmiş olduğunu toplumun ezici çoğunluğunun din temelli bir hayat özlemi içinde bulunmadığını bilir. Azıcık namusunu koruyabilen bir toplumbilimci  kırsal, geleneksel giyim tarzından kentli modern giyim tarzına geçişte ‘türban-manto üniforması’nın kendiliğinden ortaya çıkmadığını tersine ‘çok başarılı bir politik mühendislik’ olduğunu da bilir.

Bu yüzden ‘günümüz dindarlığının’ bastırılanın geri dönmesi değil ‘olmayan yitik cennetin buldurulması’ ndan öte bir şey olmadığı da açıktır.

Bu noktadan bakınca türbanda simgelenen dindarlaş(tır)ma sürecinin toplumun içinden kendiliğinden zuhur etmediği, topluma eğitim, iş ve aş imkanlarıyla birlikte dışardan zerk edildiği görülecektir.

Dindarlaştırma sürecinin başlangıcına gidilirse asıl mühendisin kim olduğu bulunabilir. Başlangıç anında pırıl pırıl parlayan ve hemen herkesin sanki hiç yokmuş gibi davrandığı asli yapılar Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Milli Türk Talebe Birliği’dir. Cemaat’in politika sahnesine girişi dindarlık üzerinden değil Komünizm karşıtlığı ve Milliyetçilikle olmuştur.

Cemaat’in hocaefendisini Erzurum’da mütevazı bir  Cami imamlığından devasa bir kapitalist örgütün başına geçiren dindarlığı değil antikomünistliği olmuş olsa gerek. Belki de o yüzden ortada hiçbir tehlike olmadığı halde ikametine ABD’ de devam ediyor ya da kendisine olduğundan daha büyük bir güç vehmetmesini engellemek için ettiriliyor, kimbilir?