Cemaatlerin çoğu demokrasiye inanmadıkları halde neden bir siyasi partiye üstelikte aleni biçimde destek veriyorlar? Çünkü cemaatler gelinen noktada yalnızca “dini endişelerle” hareket etmiyorlar. Onlar artık kimi ticari sektörlerin önemli bileşenleri arasında gelmekte. Dolayısıyla “kurumların” geleceklerini düşünmek zorundalar

Cemaatler ve siyaset

Aydın Tonga

24 Haziran seçimlerine giderken cemaatler de oylarının rengini belli etmeye başladı. Öyle ki Menzil ve Erenköy cemaatinden sonra Yahyalı ve İsmailağa cemaati de seçimlerde AKP’yi destekleyeceklerini açıkladılar. Cemaatlerin dünden bugüne siyasi partilerle kurduğu ilişkileri hatırladığımızda sürpriz bir sonuç değildi bu. Dahası önümüzdeki günlerde bu listeye yenileri de eklenebilir ki, bu vesileyle ifade etmiş olalım.

Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz dini grupların demokrasi ve cumhuriyete yaklaşımlarının hiç de olumlu olmadığını hatta kimilerinin demokrasiyi “küfür” olarak tanımladığını biliyoruz. Misal şu sözler İsmailağa cemaatinin önde gelen isimlerinden Cübbeli Ahmet’e ait: “Demokrasi çok tehlikeli bir laf Allah muhafaza! Ne Demokrasisi, biz Şeriatçıyız.

Demokrasi demek... Ben Allah’ın işine karışırım demek. Demokrasi lafı kadar tehlikeli bir laf yok. Din yönetime karışmaz demek Allah karışmaz demek. Sen nasıl dersin Allah karışamaz. Kafir olursun. Din karışacak. Allah’ım Kur’ani nizam nasip eyle, İslami düzen nasip eyle” İfade ettiğimiz üzere malum yapıların birçoğu demokrasiden hiçte hazzetmemektedir. Hal böyle iken cemaatlerin bir siyasi partiye destek vermek üzere sıraya girmelerini nasıl açıklamalı peki?

Sorunun yanıtına birazdan geleceğiz. Lakin ona geçmeden önce şunu ifade edelim ki, Türkiye sağı dünden bugüne neredeyse bir tarikatlar-cemaatler koalisyonu olarak var olmuştur. Öyle ki Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Nizam, Milli Selamet Partileri ile Refah, Anavatan, Doğru Yol, MHP ve nihai olarak AKP bu koalisyonun temsilci partileri olarak siyasi arenada yerlerini almışlardır. Bu bağlamda Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Turgut Özal, Yusuf Bozkurt Özal, Hüsnü Doğan, Mehmet Keçeciler, Vehbi Dinçerler, Nevzat Yalçıntaş, Eymen Topbaş, Ahmet Denizolgun, Göksal Küçükali, Tahir Büyükkörükçü, Lütfü Doğan, Oğuzhan Asiltürk, Muhsin Yazıcıoğlu, Ökkeş Şendiller gibi isimler muhtelif cemaatlerle ilişkilendirilmiştir hep. Şimdilerde ise Taner Yıldız, Recep Akdağ, Ali Babacan, Abdulkadir Aksu, Hilmi Güler ve hatta Binali Yıldırım ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da cemaat kökenli olduğu haberlerine rastlamaktayız. Dolayısıyla dini cemaatlerin siyaset içerisindeki varlıkları bilinenin aksine oldukça ileri düzeydedir.

Şimdi gelelim yukarıda sorduğumuz soruya. Ne demiştik; cemaatlerin çoğu demokrasiye inanmadıkları halde neden bir siyasi partiye üstelikte aleni biçimde destek veriyorlar? Çünkü cemaatler gelinen noktada yalnızca “dini endişelerle” hareket etmiyorlar. Onlar artık kimi ticari sektörlerin önemli bileşenleri arasında gelmekte. Dolayısıyla “kurumların” geleceklerini düşünmek zorundalar. Sahip oldukları ekonomik, siyasi ve nüfuz gücü bunu zorunlu kılıyor. Zira o gücün kalıcılaşması, şirketleşen cemaatlerinin emin adımlarla yürüyebilmesi için kendilerine yakın siyasi güçlerle yürümeleri gerekiyor. Tam bu noktada cemaat tabanı “varlığımızın bekası için siyasi ittifaklar içerisinde olmamız şart” argümanı ile ikna ediliyor. Hal böyle olunca “demokrasinin küfrü de, faizden, içkiden ve dahi birçok haramdan beslenen düzenin günahları” da süresiz biçimde ertelenebiliyor. Ne de olsa serde “cemaatin bekası” var; bundan ala sahip çıkılması gereken mesele mi olur!

Cemaat-siyaset ilişkisinin yakın geçmişini -kendisi de bir cemaat mensubu olduğu ileri sürülen- Dr. Muhammet Çakmak “Nakşibendiliğin Sosyolojik Evreni-Elazığ ve Siirt Örneği” başlıklı doktora tezinde şöyle yorumluyor: “50’lerde DP’nin bu gruplarla ilişkisi bir profesyonel ilişki değildi. CHP karşısında DP dışında kim olsaydı destekleyeceklerdi. Ama 80’li yıllardan sonra durum değişti. Artık, tarikatlar ve cemaatlerin siyasete oyuncu yetiştirdikleri eğitimli bir kadroları vardı. O yıllardan sonra o yetişmiş kadroları merkez sağda yer alan her partide görmek mümkündü. Çünkü, tarikat ve cemaatler artık siyasete sadece oy veren değil, eleman veren ve yönlendiren sosyolojik bir organizasyona dönüşmüştü.”

Çakmak’ın deyimiyle sosyolojik dönüşümün lokomotif kuvvetleri olarak da karşımıza çıkan cemaatlerin bu dönüşümden etkilenmediklerini söyleyemeyiz. “Şirketleşme eğilimi” bu dönüşümün cemaat saflarında görülen adıdır. Onlar artık ne kadar dini ve itikadi yapılarsa bir o kadar iktisadi kurumlardır. Büyük cemaatlerin varlıkları incelendiğinde bu durum ortaya çıkacaktır. Ezcümle dini cemaatler ve siyaset arasında yaşanan ilişki hiç olmadığı kadar bilançoların bekası adına yürütülmektedir. Bunu yalnızca biz söylemiyoruz. Bakınız aynı tarikata mensup olmasına rağmen Fatih Medreseleri gurubundan Cihan Vakfı Başkanı Ömer Turna ne diyor: “Cübbeli Ahmet A.Ş. olarak çalışır, cemaat olarak çalışmaz.”