İrlandalı yumruğu çakıp yere yıkınca düzen bekçisi esnafı bir bir, milyonlarca insanın yüreğinin yağları eridi. Şakası çok yapıldı İrlandalı yumruğunun. Oysa bir hakikat açığa çıktı o gün. Esnaf tek başına dövüşmek yerine kalabalık saldırıyordu yalnız saydığı kimseye, yetmiyor, pusu kurup arkadan vuruyordu sopalarla. Talih esnaftan yana değildi bu kez. Karşısında gücü kuvveti yerinde biri olunca dağıldı hepsi tek tek! İşte yaşadığımız günün şifresi budur.

Ali İsmail’i böyle öldürdüler. Korelileri aynı dürtüyle dövdüler. Hürriyet gazetesini bu inançla bastılar. Yüz yüze olma cesaretinden uzak, pusu kurmaya alışık, hep kalabalık, hep zalim… Oysa savaş koşullarının bile etik ölçüsü vardır. Yazık ki öyle günlerde değiliz. “Klavye delikanlılığı çıktı, mertlik bozuldu” diyeceğim ama bıktım bu erkek dilinden. Üstelik pek çok kadının da kullandığı bu eril dilden!

Ha pusu deyince, şimdi birileri çıkıp ‘PKK ne yapıyor?’ diye soracak hemen. Ah bu utanmaz niyet okumalar. Ne yapıyor; pusu kuruyor, savaşta olmayacak cinayetler işliyor. Trafik polislerini infaz etmek, çocuğu karısı önünde binbaşı öldürmek mertçe mi? Değil elbet! Zamanında “Barış masası hiç kurulmadı” derken işaret ettiğim buydu. Birbirine hiç güvenmeyen taraflar, gün gelip birbirinin gırtlağına sarılmak için hazırlık yapmış işte! ‘Barış’ içi boş, yalandan bir sözcük olmuş…

Sap saman karışır böyle zamanlarda, puslu havanın çakalları yerini alır, ellerini ovuşturur bir yandan. Kan kokusu, aynı zamanda para kokusunu da içerir. Kan içerek zenginleşir, gürbüzleşir bazısı… Anacığının kınalı kuzusu, gencecik bir çocuk dağlarda vurulur, toprağa düşer; haykırınca sevdikleri “karaktersiz” olur. Görmez’dir gözleri diyanet başkanının: “Şehadet şerbeti içmek” der. Avutmaya kalkar gariban insanları. Bay Görmez!

Yapayalnız korkuyla beklerken vuruldu Cemile çocuk! Mermiler aynı işte. Yazgılar ortak. Ne dost eli vardı Cizre’de, ne devlet, ne Tanrı! Kıyıya vuran ölü çocuk bedenini hazmediverdik bu tiksindirici dünyada, üç günlük yaralı ömrümüzde; ‘eh bundan kötüsü olmaz’ derken, Cemile çocuk ölüverdi de, toprakla buluşamadı çelimsiz bedeni. Bir ana, kokmasın diye evladının cansız bedeni buzdolabına koydu. Eğer bundan da utanmıyorsan ey insanlık, buna ‘oh’ çekiyorsan ürkütücü mahlûk, ben ne diyeyim sana. O gece, buzdolabı mezar oldu Cemile çocuğa!

Hiçbir bayrak, kefen, şerbet avutmasın sizi, unutturmasın hakikati! Zalim zalimliğini yapmaya, kardeşi kardeşe kırdırmaya devam ediyor. Şaka değil; sahiden iki kardeş yatıyor yan yana. Namlu farklı, vurulanlar aynı. Bir kindar kimsenin iktidar hırsı hepimizin aklını, vicdanını esir aldı.

Şehit ailelerine değil sadece, tüm evlere ateş düştü! Sivas’ta yaktıkları gibi, aynı öfke, hırs ve nefretle harlıyorlar ateşi!

PKK elinden geleni ardına koymuyor bu öfke büyüsün, kin tohumları iyice kökleşsin ve nefret artsın diye. Gayet iyi biliyordu müzakere masası etrafında oturanlar, gün gelecek silahlar kınından çıkıp halklara çevrilecekti. Geride kanla yıkanan toprak, gözyaşına doymuş insanlığımız var. Komşumuzun evi darmadağın olurken, bize sıçramaz sandık bu felaket. Gözleri aydın savaş çığırtkanlarının, hiçbirimiz evimizde rahat değiliz artık!

Bu cinayetler kader değil. Büyük bir kurgu işliyor. Buradan ne özgürlük çıkar, ne barış, ne kardeşlik, ne de bir ‘merhaba’. Akıl firarda… Emekçi Kürtlere saldırmak niye? Otobüsleri çevirip kimliğine bakarak insanları indirip dövmek niye? Bu satırları yazarken ayrı ayrı yerlerden ölüm haberleri geliyor. Yazı sonlanmadan eskiyor. Ölüm karşısında kalem susuyor. Hepimiz esiriz bu çılgınlık karşısında…

Anasının ölü bedenini buzdolabında sakladığı Cemile’yle, yanında polis babası vurulan kız çocuğunu düşünün. Törenler, hamaset dolu konuşmalar, ölüm çığırtkanlığı altında solup giden yaşantımız… Bir büyük mezarlıktır ülkemiz. Bu acı kolay dinmez, bu yara kolay kapanmaz… Ölüm her yanda… Diri diri gömülüyoruz, farkında değiliz!

Sokağa çıkma yasakları, köy yakmalar, çocuk cesetleri, basına saldırı, teslim alınmış üniversiteler, birbirine nefretle bakan gözler, geleceksiz yurttaşlar, korkulu/karanlık günler ve acının günlük olağan halleri içerisinde savrulan insanlığımız…

Kendi memleketimizde yabanız, sürgünüz, kimsesiz ve yalnızız!