Cennet bir kütüphane

Okumayı hep sevmişimdir. Annemin bana kitap okuduğu yaştan başlayıp, kendi kitabımı kendim okuduğum yaştan beri. Dostlarımın bir kısmı bu sevgiyi paylaşır, bir kısmı ise okumayı sever de, seçimlerde uyuşamayız. Azınlıkta kalan bir kısmı ise bu dertten kurtulayım diye bana nasihat eder, yardımcı olmaya çalışır.

Neyse ki, kitapsever olanların sayısı daha fazla da, okurken de, konuşurken de yalnız kalmıyoruz. Çünkü okurlar için, hatta yazar-okurlar için en önemli olanı iyi okurlar bulmaktır.

'Hayali Yerler Sözlüğü'nü Gianni Guadalupi ile birlikte yazmış olan Alberto Manguel, bence dünyanın en iyi okurlarından biri. Hatta bir aralar gözlerini, görme yetisini kaybeden Julio Luis Borges’e de yardımda kullanmış. Öğrencilik döneminde bir kitabevinde çalışırken, oraya gelen Borges’e kitap okurmuş. Gene de, o yaşta bunun ne kadar büyük bir onur olduğunun farkında değilmiş. Öyle diyor. Okumanın gerçekten sınırsız bir şey olduğunu ben Manguel’den öğrendimse, o da belli ki Borges’ten öğrenmiş.

Ancak Borges’in ‘okuma’ dediği şey bizimkinden hayli farklı. Bir şeyi kendisine okumalarını istiyor. Bir süre sonra ezberine alıyor olsa gerek. Çünkü kendisine nesir metinler yerine şiir okunmasını tercih ediyor. Cümlenin malumu olduğu gibi, şiir ezberlemek düzyazı ezberlemekten kolaydır. Ama kütüphane onun için olmazsa olmaz bir şey. Kitapsız kalırsa ne yapacağını bilemiyor çünkü. Yaşayamayacağını, varolmayacağını düşünüyor. 1980 Martı’nda, New York PEN Kulübü’ndeki bir konuşmasında, “Ben cenneti her zaman bir bahçe olarak değil, bir kütüphane olarak düşünmüşümdür” demiş.

Bir de, okumaktan çok, yeniden okuyormuş. Yukarıda bahsi geçen PEN toplantısında onunla konuşanlardan John Coleman, “Okuduğunuz kitabı belleğinizden mi yeniden okuyorsunuz yoksa birileri size yeniden mi okuyor?” diye sormuş. “İkisi de diyebilirim,” diye cevap vermiş Borges. ”Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, belleğim alıntılarla dolu. Ama aynı zamanda iyi kalpli dostlar bana geliyorlar, bir kitap alıyoruz, genellikle Conrad’ın, Steveson’ın, Kipling’in bir kitabını ve başlıyoruz okumaya.”

Ne mutlu böylece Borges’in belleğine bir anlamda konuk olanlara! Ve Celal Üster’e ki, Can Yayınları'dan çıkan 'Borges Sekseninde-Sohbetler'i İngilizcesinden çevirdiği için. Kitabı hazırlayan ve fotoğraflayan Willis Barnstone’a da.

Manguel kadar iyi bir araştırmacı olmayabilirim ama, okurken de, çevirirken de onun adını esirgemediği herkesin peşine düşmüşümdür. (Enis’te de yaşadığım bir tecrübedir). En azından, denge sağlamak açısından iyi oluyor. Ayrıca, anlamayı da kolaylaştırıyor. Borges ile Manguel’in sevdikleri ortak yazarlar da var: Lewis, Cervantes, elbette Dante. Ki o da YKY’den çıkan Manguel kitabının altındaki koca kayadır. 'Hayali Yerler Sözlüğü'nde çeviri, eşim olan Kutlukhan Kutlu’nun çevirdiği 'Merak/Curiosity', insanı 'İlahi Komedya' uzmanı yapıyor.

Çevirdiğim Mangueller’in hemen hemen hepsini severim. Böylece Borges’e de, iyi bir okur üzerinden gitme avantajıyla, daha yakınlaşmıştım. Örneğin, 'Borges Aşık.' Manguel yazıya 'Alice Harikalar Diyarında'dan bir alıntı ile giriyor:

“Öyledir,” dedi Düşes: “ve bundan da alınacak ders şudur -

“ah, aşktır, aşk, dünyayı döndüren!”

“Birisi dedi ki,” diye fısıldadı Alice, “herkes kendi işine bakınca olurmuş!”

“Eh, olsun! O da aşağı yukarı aynı anlama gelir” dedi Düşes.

Alice Harikalar Diyarında, 9’uncu Bölüm

Sonra da devam ediyor:

“1966’da Buenos Aires’te bir öğleden sonra, yazar Estela Canto’nun dairesinde yemeğe davet olunmuştum. Elli yaşlarında, birazcık sağır, harikulade, suni şekilde kızıl saçı ve kocaman, aşırı derecede miyop gözleri olan (insanların yanında gözlük takmayı koketçe reddederdi), küçük, pis mutfakta sendeleyerek dolaşır, bezelye konservesi ve sosislerden bir yemek hazırlarken, bağıra bağıra Keats ve Dante Gabriel Rossetti’den parçalar okuyan bir kadın. Borges en iyi kısa hikâyelerinden birini, 'Alef'i ona adamıştı ve o da kimsenin bunu unutmasına izin vermezdi. Ancak Borges, bu anıya karşılık vermedi. Ben Canto’nun adını telaffuz edip onu göreceğimi söyleyince, bir şey demedi: Biri daha sonra bana Borges için sessizliğin bir nezaket biçimi olduğunu söyleyecekti.”

Belki de, şiiri düzyazıya tercih ettiği gibi, kendi hayalhanesinden çıkan kahramanların ilişkilerini de, gerçek insanlarla olan ilişkilere tercih ediyordu.