Seçim turları başladı. Her ne kadar iktidar blokunun seçim kampanyasını aslen Erdoğan yürütse de AKP’liler Saray’a yaranma motivasyonuyla tek tek sahaya çıkıyor. Yerelde aman aman bir heyecan yok, küçük hesaplar “büyük Türkiye” adı altında pazarlanmaya çalışıyor o kadar. Kimi ‘AKP kazanırsa mazlum halklar kazanır’ diyecek kadar alçaktan uçuyor kimi dönüp dolaşıp bu seçimi de ‘beka […]

Seçim turları başladı. Her ne kadar iktidar blokunun seçim kampanyasını aslen Erdoğan yürütse de AKP’liler Saray’a yaranma motivasyonuyla tek tek sahaya çıkıyor. Yerelde aman aman bir heyecan yok, küçük hesaplar “büyük Türkiye” adı altında pazarlanmaya çalışıyor o kadar. Kimi ‘AKP kazanırsa mazlum halklar kazanır’ diyecek kadar alçaktan uçuyor kimi dönüp dolaşıp bu seçimi de ‘beka meselesine’ bağlıyor.

Böyle bir ortamda AKP’li İsmet Yılmaz partisinin Sivas Gençlik Kolları tarafından düzenlenen bir etkinliğe katıldı. Sözüm ona amaç gençlerin memleketle ilgili sorularını cevaplamaktı. Yılmaz, partisi tarafından geçmişte el üstünde tutulmuş bir isimdi. AKP’den Meclis Başkanlığı da yaptı, milli savunma bakanlığı koltuğuna da oturdu. Daha da önemlisi kendisine bir dönem milli eğitim bakanlığı teslim edildi. Yılmaz gençlerle buluşmasında sözü AKP’nin Sivas adayı Bilgin’e getirdi ve görüntülere göre şu sözleri sarf etti: “Bilgin’e vereceğiniz destek yarın ruz-i mahşerde berat belgelerinizden biri olacak diye düşünüyorum.” AKP’lilerin bir cennet tapusu satmadığı kalmıştı böylece o da gerçek oldu.

Demokrat Partili (DP) siyasetçiler her seçim öncesi taşrada din, iman için oy isterdi. Takipçisi Adalet Partisi (AP) de benzer bir yolu seçmişti. AP’liler Anadolu’nun birçok yerinde ‘dinsiz CHP’ye oy verirseniz sizi ahrette kimse kurtaramaz’ diye geziyorlardı. Sonra rekabet kızıştı. Erbakan sahneye çıkmıştı ve takipçileri “cennetin anahtarını” Milli Görüş’e destek olarak tarif etti. 2019’da aynı rezaletin tekrar etmesine şaşıranlar var. Halbuki din bezirgânlığı için tarihte bundan uygun bir zaman olmadı. Ne de olsa devlet yukarıdan, yandaşlar ve “normalleşme sevdalıları” aşağıdan elbirliğiyle din tüccarlığını teşvik ediyor. Buna karşılık Kemalist cenahta kendini mehdi ilan eden kimi köşe yazarları benzer bir tüccarlığı Atatürk üzerinden üreterek kitleleri pasifize ediyor, öfkeyi politikleştireceklerine sahte bir iç ferahlığı pompalıyorlar. Kendilerine itiraz edenleri de tıpkı din bezirganları gibi aforoz ediyorlar.

Demokrasi krizi ve ekonomik kriz, “tüccarlar” arasındaki kâr savaşında unutulup gidiyor. İlki hiç kimsenin umurunda olmadığı için ikincisinin yarattığı ekonomi-politik ilerici bir siyasete değil aksine faşizan bir seferberliğe yol açıyor.

Demokrasi krizinin elbette birinci sorumlusu iktidar. AKP-MHP ittifakında aşağıdan herhangi bir dinamiğe izin verilmiyor. Siyaset de aday da kampanya da en tepede belirleniyor. Tayin edilen adayın şekli şemaili dahi liderin iradesine tabi. Bıyığın neden yok deniliyor hop bıyık bırakılıyor, kıyafet değişiyor, eş dost değişiyor. Metazori işlere itiraz eden ara sıra çıkıyor ama onları da derhal partiden kovuyorlar. Bahçeli bu konuda en az Erdoğan kadar iddialı. Koca il, ilçe teşkilatlarını bir çırpıda feshediyor.

Meclis muhalefeti görünürde her işlemin, her sürecine Saray’dan belirlenmesine karşı. Erdoğan’ı, Bahçeli’yi siyaset üslupları nedeniyle sık sık eleştiriyorlar. Ancak pratikte politika yapma tarzları her geçen gün iktidar blokuna benziyor. Aday belirlerken önseçimden kaçıyorlar, tabana kulaklarını tıkıyorlar, masa başında il, ilçe paylaşıyorlar. Sonra da hiçbir aşamasına katmadıkları seçmenden sandıkta oy istiyorlar. Kerhen CHP’ye oy atan seçmeni birçok seçim bölgesinde eski ülkücü ya da tescilli sağcı bir adaya mahkûm ediyorlar.

Memleket içine sürüklendiği zifiri karanlıktan çıkacaksa şayet kitleleri politikanın dışına iten, seçmeni çantada keklik gören siyasetin bir an önce terk edilmesi için ortak bir ses çıkarmamız gerekiyor. Çünkü cennet tapusu dağıtmaya kalkan kendini bilmezler ile yurttaşı seçimden seçime siyasete davet eden sair zamanda sessizliğe iten siyasetçinin birbirinden farkı yok!