Ücretler sınıf mücadelesiyle belirlenir. Zaten Warren Buffet “sınıf savaşı var, bunu yapan benim sınıfım; ve biz kazanıyoruz” sözüyle gol demiştir

CEO’lar neden bu kadar çok kazanıyorlar?!

Artık görmezden gelmesi çok zor olan gelir ve servet dağılımını adaletsizliğinin, istatistiki olarak, sebeplerinden biri de CEO denen parazitlerin fahiş paralar kazanıyor olması. Amerika’nın en büyük sendika konfederasyonu olan AFL-CIO’nun 2016 ücretler raporuna göre S&P 500’deki CEO’ların ortalama yıllık kazançları 13.1 milyon dolar olmuş. En tepedeki Google CEO’su Sundar Pichai’nin geçen yılki kazancı ise, bonuslarla birlikte, 199,4 milyon dolar, yani saatte takribi 96 bin 153 dolar. Listede alt sıralarda bulunan “milli gururumuz” Muhtar Kent ise 17,5 milyon dolarcık ile “fakir” CEO’lar arasında yer alıyor. Bundan birkaç sene evvel 22 milyon dolar ile ilk 100’e girmeyi başaran Kent’in düşen gelirleri Coca-Cola’da işlerin iyi gitmediğinin habercisi.

Bu rakamlara göre 2016 Amerika’sında S&P 500’deki ortalama bir CEO ortalama bir işçiden 347 kat, asgari ücretliden ise yaklaşık 790 kat daha fazla kazanıyor. 1’e 347 olan bu ilk oran 1983 yılında 1’e 46 imiş. Bu oran 8 katına çıkarken Amerikan ekonomisi aynı dönemde takribi 4.6 katına çıkmış. Yani ekonomik pasta CEO’lar lehine adaletsiz bir şekilde yeniden dağıtılmış. Ondan sonra “CEO olmaya giden 7 yol” diye kitap yazan kurnazlar tabii ki köşeyi döner. O kitaplar sayesinde şu listeye girmiş bir CEO’nun olup olmadığı ayrı bir makara konusu da neyse…

6 maddede yüksek CEO ücretleri

Birinci dinamik; CEO kazançlarının büyük kısmının maaştan değil şirket hisselerinden geliyor olması. Mesela Sundar Pichai’nin maaşı aslında 652 bin dolar. Geriye kalanın 99,5 milyon doları hisse senetlerinden, 100 milyon dolarıysa bonuslardan geliyor. Çünkü sermayeden alınan vergi oranı, maaş geliri vergisinden daha düşük. Milyarder Warren Buffet bu sayede sekreterinden daha düşük bir oranda vergi veriyordu. Son yıllarda CEO’lara belli hedef miktarlara yönelik öncelikli hisse opsiyonları verilmeye başlandı. Artık şişen borsa balonlarına binmek, hatta o balonları bizzat şişirmek, CEO’ların işine geliyor. Böylece balon patlayana kadar CEO’lar, ve tabii ki yatırımcılar, bu tezgâhtan saçma sapan kazançlar elde ediyorlar. Hatta, bunlar “öncelikli” hisse (altın paraşüt) olduklarından, batan şirketler yok fiyatına satılırken bile CEO’lar herkesten önce paralarını alıp uzuyorlar. Süper tezgâh…

İkincisi; borsalar nezdinde piyasa değerini arttırmak isteyen bazı şirketler, piyasalara olumlu sinyal yollamak için CEO’lara yaptıkları ödemeleri arttırırlar. Misal, CEO’nuzun ücretine yeni dönemde %50 zam yaptınız ve bunu medyaya bildirdiniz. Piyasa oyuncuları bunu, gerçekte öyle olmasa bile, şirketinizin kârlılığının ve kârlılık beklentilerinin arttığına yoracaklardır. “Demek işleriniz yolunda ki CEO’nuzu mükafatlandırıyorsunuz.” Bu da, CEO’ların üretime yaptıkları reel katkılarıyla alakası olmayan şişirilmiş kazançlar yaratır, tıpkı emlak ve borsa balonlarında olduğu gibi.

Üçüncü, ve bence en eğlenceli dinamik, kazançların ortalamaya göre belirlenmesi. Bir sermayedar için şirketin başına CEO almak, çocuğunuza özel matematik öğretmeni ya da futbol takımınıza teknik direktör almaya benzer. Yani imkanlar doğrultusunda en iyisini almak istersiniz. Fakat iyi öğretmen, iyi antrenör ya da iyi CEO’nun objektif kriterleri olmadığından genelde piyasa ortalaması baz alınır. Misal, ortalaması 80 lira olan bir özel ders piyasasında 150 lira isteyen matematik hocasının daha kaliteli olduğunu düşünürsünüz. Hiçbir sermayedar da mecbur kalmadığı müddetçe güzelim şirketinin başına vasat altı bir CEO koymak istemez. Her sermayedar böyle düşününce bütün CEO’lar ortalamanın üzerinde kazanç talep ederler. Yapılan yeni sözleşmelerin çoğu ortalamanın üzerinde belirlenince bu sefer bir sonraki dönemde baz alınacak ortalama da yükselmiş olur. Teknik direktör maaşlarının hızlı artışı da bu şekilde açıklanabilir.

Dört; şirket yapılarında takım çalışmasının baz alındığı eski modelden, bir bireyin (CEO) daha önemli addedildiği modele geçiş. Yani eskiden şirket yöneticileri öyle dergilere kapak, magazin programlarına konuk olmazlardı. Hatta isimleri bile pek bilinmezdi. Şimdiyse CEO’lar adeta bir “rock star” gibi pazarlanıyor. Hal böyle olunca da kazançlarına bireysel marka değeri primi ekleniyor.

Beş, eskiden şirketler bu kadar büyük değillerdi. Bu yüzden de öyle dudak uçuklatan üretim hacimleri söz konusu olmuyordu. Fakat kapitalizmin artan sermaye konsantrasyonuyla beraber Walmart, Gazprom, Chase vs. gibi ekonomik ölçekte bazı ülkelerden bile büyük şirketler ortaya çıktı. Böylelikle sermayenin ortakları olan CEO’lara yapılan 8-9 haneli ödemeler, eskiden mümkün değilken bugün karşılanabilir hale geldi.

Altı, tabii ki azalan vergi oranları. Amerika’da Reagan dönemiyle birlikte en yüksek gelir diliminin vergi oranı yüzde 70’lerden yüzde 35’lere, kurumlar vergisi yüzde 15’lere kadar düştü. Böylece üretilen refah halktan alınıp küçük bir grup yöneticiye daha yüksek ücret olarak ödenmeye başlandı.

Tüm bu dinamikler sendikasızlaştırmayla da birleşince, ömür boyu didinsek bir arada göremeyeceğiniz 8-9 haneli aylık kazançlar çıkıyor ortaya. İzah etmeye çalıştığım üzere bu kazançlar herhangi bir hak edişe karşılık olarak değil; vergi yasalarının, neoliberal politikaların ve mantıksız (irrasyonel) piyasa işleyişinin bir sonucu olarak bu şekilde belirleniyor. Tam da bu sebeplerden ötürü ekonomi derslerinde anlatılan “serbest piyasalar adildir, fiyatlar her zaman doğrudur, ücretler üretime yapılan katkıyı yansıtır” hikâyeleri fasaryadan ibarettir. Ücretler sınıf mücadelesiyle belirlenir. Zaten Warren Buffet “sınıf savaşı var, bunu yapan benim sınıfım; ve biz kazanıyoruz” sözüyle gol demiştir. Kısacası CEO’lar hak ettikleri için değil bu savaşı kazandıkları için bu kadar çok kazanıyorlar.