Hiroşima ve Nagazaki’de askeri nükleer enerjinin korkunç yüzüyle tanışan insanlık Çernobil felaketi ile “Barışçıl işçi” diyerek adlandırıp gururlandığı atomu, bilimi ve bilgiyi, ‘Barışçıl nükleer enerjiyi’ yeniden sorgulamaya başladı. Çevresel bir facia olmayı aşan, terkedilmiş evler, eşyalar ve ıssız manzarasıyla geleceğin artık farklı bir gelecek olacağını haykıran facia; insanlığın yeni bir savaşın içine girdiğinin ve o savaşın hâlâ devam ettiğinin bir kanıtı olarak tarihteki yerini aldı.

2018 yılında sevgili dostum Müge Aral’ın tavsiyesi ile okuduğum Çernobil Duası / Geleceğin Tarihi adlı kitap, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği şu günlerde Ukrayna sınırları içinde kalan Çernobil’i yeniden hatırlattı. Savaşın uzaması büyük felaketleri beraberinde getirebilir. İkinci dünya savaşını Sovyet ruhu ile geride bırakmış kardeş bir halk önce ayrıştı şimdi savaşıyor. Çernobil ve diğer nükleer santraller siyasete alet olan bilimi ve devlete boyun eğen haberciliği hatırlatması bakımından önemli. Dünyanın farklı bölgelerinde cereyan eden diğer savaşlar gibi…

2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in 20 yıllık bir süreçte hazırladığı kitap, faciayı ve sonrasında yaşananları okuruna aktaran sarsıcı bir sözlü tarih çalışması. Yaşadıklarını anlatanlar arasında asker, parlamenter, akademisyen, köylü, genç, yaşlı, çocuk- toplumun her kesiminden insan bulunuyor. Nükleer fizikçilerin, resmi kamu görevlilerin olaylar zinciri ile cesur yüzleşmelerini okuyoruz. Kitabı sayfaya taşımaya hazırlanırken kendisi de bir nükleer fizikçi olan Deniz Mert İçöz’ün yazdığı Çernobil’in Son Çocukları adlı resimli çocuk kitabına değinmeden edemezdim. İçöz, yakın bir tarihte Habitat TV için hazırlayıp sunduğum Kipatlı Günler programımızın da konuğu olacak.

Sırasıyla iki kitaba değinmek isterim.

cernobil-kara-hikaye-pelin-yildizi-992877-1.
Çernobil Duası / Geleceğin Tarihi
Kafka Kitap
Yazan: Svetlana Aleksiyeviç
Çeviren: Aslı Takanay

Çernobil Duası / Geleceğin Tarihi Çernobil’i değil “Çernobil’in yarattığı dünya”yı anlatıyor. Komünizmin, Sovyet ruhunun, Slav karakterinin, milliyetçiliğin, dualar ve inançların dayattığı kabulleri aşan, ‘felaketler tarihinin başlangıcı mı?’ dedirten bir iç sese sahip. İnsanlığın, geliştirdiği bilimin tehlikeli sonuçlarına hazırlıksız olduğunu gösteren zafersiz bir savaşın izlerini taşıyor. 1986’da, 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan gece Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 no’lu reaktöründe meydana gelen patlamaların ardından 36 yıl geçmesine rağmen hâlâ suçlu kim, kahraman kim sorularının cevapları aranıyor. Yayılan radyoaktif bulutun arka plan radyasyonu 3 Mayıs’ta Türkiye’ye, 7 Mayıs’ta ABD ve Japonya’ya ulaşıyor. Böylesi bir felaketin kokusu ve rengi yok denilse de nesilleri etkileyen toplumsal bir facia olduğu gerçeği kapkara karşımızda duruyor. Olaya ilk müdahale eden itfaiyecilerin ve temizlik görevlilerinin çok kısa bir süre sonra ve ürpertici bir biçimde son bulan hayatlarından damıtılan anılar yakınlarının dilinden dökülüyor. Bir mevsimde “ihtiyarlaşan çocuklar” ile karşılaşıyoruz. Askerlerin kahramanlık, idarecilerin görev anlayışını, makamların gereğine kurban edilen gerçekleri, gizlenen bilgileri, cehaletle beslenen hurafeleri okuyoruz. Eğitimli insanların isyanına, vicdanlı toplum görevlilerinin itirazlarına, korkularına şahit oluyoruz. Alınan-alınmayan-alınamayan tedbirler çerçevesinde bir insanla vedalaşır gibi yuvalarıyla vedalaşıp tahliye edilen ailelerle gözyaşı döküyoruz. Toprak toprağa gömülüyor. Islak çimler tende ve ruhta onulmaz delikler açıyor. Arılar susuyor. Atlar ağlıyor. Yazar, anlatılanları romantik bir acı propagandası yapmadan, çarpıtıp senaryolaştırmadan edebi hikayelere dönüştürüyor. Okuduklarımız basit birer insan hikâyesi değil. Bir toplum çözümlemesi. “Hayatta kalma felsefesi.” Yapılacaklar ve yapılamayanlar listesi. Yüzleşme cenderesi. Anılarda, facia sonrasındaki davranışları “Akla duyulan inanç insanı terk ediyor” diye yorumlayan da, “Peryodik cetveli hiç öğrenmemiş insanların bize hayatı nasıl yaşayacağımızı öğretmesine karşıyım” diyen de var. İlerleme gerçekten kurban mı arar?

Barışa, huzura ve mutluluğa duyulan özlem belirgin bir kırgınlıkla kaplı. Kimileri tüm cesaretini toplayıp kimliğini açıklamış, kimi gerekçe sunmuş saklamış. Kimi yılgın, kimi mahcup, kimi küfrediyor. Günlük tutan da var aralarında, rüyalardan güç alan da… “Kedere duyulan hayranlık” genelde ön saflarda. Soljinetsin, Bulgakov, Şalamov okuyanları da dinliyoruz, Yuri Gagarinli tarihleriyle övünç duyanları da. Toplumun hayatı okuyan ve yorumlayabilen kesimini yoksullaştırıp aşağılamanın bir felaket karşısında toplumun çöküşünü ne denli etkileyebileceğini görmek ister misiniz? “Bir toplumu ileriye taşımak için TV değil yeni yaşamı anlatan kitaplar ve öğretmenler gerekir” diyen köy öğretmenine kulak verebilirsiniz. Patlamanın olduğu reaktörün idareci kadrosunda bir nükleer fizikçinin bile bulunmadığını öğrenmek üzdüğü ölçüde sizi ürpertebilir. Pripyat Nehri’nde radyoaktif bulut altında güneşlenen insanlara bir kitabın sayfalarından hüzünle bakabilirsiniz. Görevden alındığı için vestiyer sorumlusu olarak hayatını kazanmaya çalışan profesörün “Çernobil bir son değil başlangıç” sözüyle yutkunup kalabilirsiniz. Kitabın sonu tutkulu bir eşin duası ve artık güzel şeyler düşünmek isteyen 9-16 yaşlarındaki çocukların korosuyla son buluyor. Elbette ki bu son, nokta koyup unutabileceğimiz bir son olmuyor.

cernobil-kara-hikaye-pelin-yildizi-992878-1.
Çernobil’in Son Çocukları
Nesin Yayınevi
Yazan: Deniz Mert İçöz
Resimleyen: Döndü İçöz


Çernobil’in Son Çocukları’nda çocuklara anlatılması zor olan bu konu ince bir duyarlılıkla ele alınmış. Korkunç bir çevre felaketini unutmamak ve hatalardan ders çıkarmak adına değerli bir çalışma. Döndü İçöz facianın yaşandığı Pripyat’a; halkın yaşadığı evlere, çocukların oynadıkları sokaklara, reaktöre, açılışı dört gözle beklenen lunaparka hazırladığı maketlerle farklı bir ruh katmış. Daha önce bir Sovyet şehri görmüş olanlar maketlerle anlatımın ne denli başarılı olduğunu kabul edeceklerdir. Kitabın ilk sayfasında, duvarda asılı duran 25 Nisan 1986 tarihli takvimle karşılaşıyoruz. O kasabadaki pek çok evde olduğu gibi konuk olduğumuz evin penceresinden de reaktör görünüyor. Her sayfada farklı bir evin içindeyiz. Şehrin huzurunu, çocukların ortak heyecanlarını duyumsuyoruz. Sayfalarda karşımıza çıkan fotoğraflar aynı zamanda bir gezi tutkunu olan yazarın bölgeyi ziyaretinde çektiği orijinal kareler. Vardiya düdüğünü duymaya alışkın olan halkı 01:23’te ne bekliyor? Parlak bir ışıkla birlikte sayfalardaki değişimi takip ediyoruz. Yazar, felaketin sonrasını, çocuk kitabına yakışır umutlu bir dille geleceğe bağlamış. İçöz, “çocukların hayalleri kalın bir zırh gibidir.” derken Çernobil çocuklarının zırhı olan şeyi de okurlarına fısıldamış. Okurken iki çarpışan araba durgun zamanın içinden geçip zihninizde hareketlenebilir. Büyük dönme dolabın sarı renkli kabinine kalbinizi bırakabilirsiniz. Kentin yeni sahiplerine sevgi dolu bir bakış atıp sayfaları kapatabilirsiniz.

Göremediğimiz, koklayamadığımız ama yavaş yavaş öldüren mikro parçacıkların dünyamıza savrulduğu o tarihte 7 yaşındaydım. Jenerasyonumun çocuk kalbi ve yetişkin aklıyla kitabı ayrıca sahipleneceğini düşünüyorum. Kitabın, çocuklarda nükleer santraller ve alternatif sürdürülebilir enerji kaynakları üzerine araştırma ve harekete geçme isteği uyandıracağına inanıyorum.

Çernobil Duası’ndan öğrendiğim onlarca şeyden biri Çernobil’in Rusça’da Kara Hikâye anlamına geldiğiydi. Bir diğeri Yuhanna’daki bir vahiyde adı geçen Pelin Yıldızı’nın Ukraynaca karşılığının Çernobil olduğuydu. Felaket sonrası nehirlerin radyoaktif bir ışıltıyla kaplandığını gören insanlar için bu vahiy ne anlama geliyordu?

Dil, inanç ve bilim üçgeninde insanlık kültür üretimini sürdürüyor. Bu üretimde etik ve barışçı davrandığımız ölçüde mutlu olabileceğiz gibi görünüyor. Çocuklarımız sevgiyi korkuya teslim etmekten yoruldular. Yaşam alanlarına dikenli tellerin ardından bakmak istemiyorlar!