"Bütün krizlere, en başta da dünyanın demokrasi krizine dair bizim burada üreteceğimiz cevaplar, Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılında bütün dünyaya umut ve ilham verebilir."

Cesaret, muhakeme ve umut

HARUN TEKİN

Önümüzdeki yüz yıla dair hayal kurmak için ilk ihtiyaç duyduğumuz şey cesaret. Olanı bütün açıklığıyla görmek, mümkün olduğunca farklı açılardan bakabilmek ve sorumluluk almak zorundayız. Sorumluluk almak, bazen en ufak bir payın olmayan bir sorunu çözmek için elini taşın altına koymak demek. Bazen de, olup biteni tamamen dışımızda gelişen, sadece maruz kaldığımız şeyler olarak görmeyi bir kenara bırakmak… Her iki tavır da cesaret istiyor ve her ikisine de çok ihtiyacımız var. Hatta o kadar ki, eğer bu düşünsel cesareti gösteremezsek Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılını hayal etmek “hayalcilik” sayılabilir.

Ülkemiz, çok ciddi bir ekonomik buhran tablosunun yanında, korkunç bir mutsuzluk salgınıyla baş başa. Trafikte, sosyal medyada ya da sokakta bir 15 dakika geçirmek bunu çıplak gözle görmeye yeter. Araştırmalara da yansıyan bir olgu bu: Gallup’un dünya çapında yıllardır sürdürdüğü duygu durumu araştırmalarına göre, son yıllarda negatif duygu durumları konusundaki halimiz, iç karışıklık ve savaşla çalkalanan ülkelerden beter. Maalesef epey mutsuz, öfkeli ve üzgünüz.

Başta gelir adaletsizlikleri ve hukuk sistemi olmak üzere bu durumu üreten faktörler üzerine uzun uzun konuşabiliriz, dertleşebiliriz. Muhtemelen derdini anlatan herkes de büyük oranda haklı olacaktır. Ama ne yazık ki bu durumu değiştirmek için bu tespitler yeterli olmayacak. İçinde bulunduğumuz tarihsel koşullar, belki ilk defa yaşanan bazı gelişmelerle, aşılan ya da aşılmak üzere olan kritik eşiklerle dolu. Olup biteni anlamak ve değiştirmekle ilgili her zamankinden daha çok çaba göstererek daha iyi akıl yürütmemiz şart. Anlaşılacak ve değiştirilecek yeni şeyler var. Cumhuriyet’in ikinci yüz yılını hayal edeceksek, kamusal tartışmaların seviyesini yükseltmek, konuları çeşitlendirmek, düşünce ve muhakemeye, duygularımız ve ezberlerimizle yıprattığımız itibarlarını geri vermek zorundayız.

Düşünce düşmanlığı, maalesef sadece düşünce insanlarını, bilim insanlarını ve sanatçıları nefes alamaz hale getirmek, içeri atmak, gönüllü sürgüne mahkûm etmek gibi en hoyrat halleriyle değil, mikro düzeyde; insanlar arası iletişimde, “muhabbetlerimizde” de giderek daha çok karşımıza çıkıyor. Öfkemiz, haklılığımız, birikmiş dertlerimiz, sıkça bizim de düşünceye, akıl yürütmeye, bazen strateji kavramına, plana, programa, soğukkanlılığa toptan kızmamızla sonuçlanıyor. “Artık ne olacaksa olsun” aciliyetiyle, “düşünmenin sırası değil”, “felsefe yapma” anlamına gelen şeyler söylerken buluyoruz birbirimizi. Oysa radikal bir değişim-dönüşümü arzulayan kitlelerin, yıllar boyu her türlü adaletsizliğe karşı maddi manevi güçsüzleştirilmeye çalışılan insanların en büyük gücü, en büyük serveti, hayatın düşünce ve eylemlerimizle değiştirilebilir olduğu fikri etrafındaki özgüven ve yaşama sevinci olmalı. Özgür tartışmayı grup aidiyetine kurban vermeden; yanlış akıl yürütme tuzaklarına, aklımızda yer etmiş safsatalara karşı ekstra dikkatli olarak.

Üstümüze boca edilen fenalıkların en büyük amaçlarından biri, doğru düşünme, organize olma, ittifak kurma ve müzakere etme kapasitemizi felce uğratmak. Birbiriyle pek çok asgari müşterekte buluşabilen bir kitlenin dikkatini dağıtmak, birlikte hareket etme kabiliyetini sekteye uğratmak, mümkünse onları birbirine ve her şeye çok kızan canavarlara dönüştürmek de cabası. Doğru; hangi birine yetişeceğimizi şaşırdığımız, çoğunlukla engel de olamadığımız büyük adaletsizlikler insanı aciliyet duygusuyla kavuruyor. Fakat itirazımız büyükse, olanlara katlanamıyorsak, şimdi sıkıştığımız bu yerden kurtulmak istiyorsak, ilk önce duygusal olarak sıkıştırıldığımız yerden çıkmayı başarmak zorundayız. Buna isterseniz bir psikolojik sıçrama diyebilirsiniz. Bu sıçramanın mümkün kılacağı soğukkanlı akıl yürütme, tartışma ve birlikte üretme ortamı, bizi bu cendereye sokan tüm diğer faktörleri alt edecek gücü açığa çıkaracaktır.

Biriken bunca haksızlığın, yorgunluğun ve öfkenin gizlememesi gereken iki önemli nokta daha var. Birincisi, bütün dünya, önümüzdeki on yılları belirleyecek bir süreçten geçiyor. Her ne yaşıyorsak, bunlar büyük şeyler ve o kadar da yalnız değiliz. İletişim teknolojilerinin gelişim hızının insan hayatında yarattığı tuhaf yeni haller, dev iklim krizi, üniversiteden medyaya sürekli yeniden tanımlanan kavramlar, gelir dağılımındaki hep büyüyen adaletsizlikler, demokrasi krizleri, büyük göç dalgaları, yapay zekânın uygulama alanlarına hukukun ve şarkı yazarlığının girebilmesi, daha önce yaşadıklarımızdan farklı bir kriz döneminde olduğumuzu ve değişimin öyle ya da böyle kaçınılmaz olduğunu en inatçımıza bile gösteriyor. İkincisiyse, bizlerin, yani özellikle bu ülkede son on yılı giderek ağırlaşan bir “şok doktrini” altında geçirmesine rağmen dünyanın insanlar tarafından değiştirilebilen bir şey olduğunu düşünenlerin önündeki büyük imkan: Bütün bu krizlere, en başta da dünyanın demokrasi krizine dair bizim burada üreteceğimiz cevaplar, Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılında bütün dünyaya umut ve ilham verebilir.

Cumhuriyet’i 99 yıl önce kuran Mustafa Kemal ve arkadaşlarına sevgi ve teşekkür ile…